24 Temmuz 2012 Salı

KARAR VERMEK YA DA VERMEMEK

KARAR VERMEK  YA DA VERMEMEK, İŞTE BÜTÜN MESELE BU!
Seanslarda en çok karşılaştığım konu karar verememekten ziyade kararların alınıp uygulanamaması. '' Ben karar veriyorum ama bir türlü uygulayamıyorum '' ya da '' aldığım kararları uygulamaya başlıyorum ama çok çabuk vazgeçiyorum '' bu cümleler en çok duyduğum cümleler. Aslında sorun kararın uygulanamaması değil kişinin kara aldığını sanması. Belki siz de pek çok kez bunu yaşamış olabilirsiniz. Kararlar aldığınızı sanıp, aldığınız kararı uygulayamamışsınızdır. Ve bunu bir kaç kez tekrarladıktan sonra de '' ben hep kararlar alıyorum ama uygulayamıyıorum '' demişsinizdir.
Gerçek anlamda karar almak nedir? Gerçekten karar alıp-almadığımızı nereden anlayacağız?
Öncelikle bir şeyin kararını almayı istemek, o kararın getireceği sonucu arzuyla, tutkuyla istemek gerekir.
Kararınızı uyguladığınızda alacağınız bir sonuç, bir değişim vardır ve bunu hayal ettiğinizde fizyolojinizde bir değişiklik yaşarsınız. Gözlerinizi kapatıp zihninizde o son noktaya kadar gidip, bedeninizdeki değişikliği hissedemiyorsanız henüz karar almamışsınız demektir. Sadece bilinç seviyesinde bu kararın doğruluğunu onaylamışsınızdır. Bilinçaltınınız mantıklı açıklamaları anlamaz. 

Örneğin zayıflamanın sağlığınız için doğru bir karar olduğunu bilir ve bu kararı alırsınız. Ya da bir kişiyi hayatınızdan çıkarmanın geleceğiniz için iyi olacağını bilirsiniz ve bunun için karar alırsınız. 

Bunlar mantıkla aldığınız kararlardır, burada bilinçaltınızla hiç bir iş birliği içine girmemişsinizdir. Bu yüzdende kararlarınızı ya uygulamaya koyamazsınız ya da başlayıp geri dönersiniz. Sonrada '' ben böyleyim, yapamıyorum deyip'' vaz geçersiniz.
 
Bir karar almak, hayatınıza yeni bir şey sokmak ya da mevcut olan bir şeyi çıkarmak anlamına gelir. Bilinçaltımızda yeniliklere ve değişikliklere karşı direnç gösterir. Çünkü alışkanlıkları tekrarlamak, düzeni sağlamak ve bildiğini yapmak onun işidir. Niyeti bizi korumak ve verdiğimiz talimatları yerine getirmektir. Bilinçaltıyla iletişim kurmak, onunla iş birliği yapmak istiyorsanız hayal gücünüzü kullanmanız gerekir. Zihin gözünüzle görmeniz, duyguları yaşamanız bilinçaltınıza mantıklı konuşmalardan çok daha fazla hitab edecektir.
 
Gerçekten karar aldığınızı anlamak için kararınızı yüksek sesle tekrarlayın. Ne hissediyorsunuz? Rahatlıkla söyleyebiliyor musunuz? Ses tonunuz nasıl? (titrek ve çekingen mi- yoksa net ve tok mu? )
 
Ayağa kalkın ve tekrar kararınızı söyleyin, ya da bir yakınınıza söyleyin. Bunları yaparken ne hissediyorsunuz? Bedeninizde neler oluyor?
 
Gerçekten karar almışsanız tüm kaslarınız, hatta tüm hücreleriniz mesajı almış olmalı ve siz bunu hisedebilirsiniz. Eğer bunları denedikten sonra tüm benliğinizle karar almadığınızı anlarsanız, bir adım geri çekilip tekrar zihinsel egzersizleri yapınız. Artık biliyorsunuz ki '' zihnin gidemediği yere, gerçek hayatta gidebilmek mümkün değil'' . SHAKESPEARE 'in dediği gibi '' eğer zihin hazırsa her şey hazırdır'' .Kararımızı önce zihinde, sonra bedenimizde yaşıyoruz ve sonrada gerçek hayatımızda :)
 
Herkese iyi egzersizler, sevgiler :)
 
NLP uzmanı ve Yaşam Koçu
Arzu Bıyıklıoğlu
www.arzubiyiklioglu.com

22 Temmuz 2012 Pazar

BAŞARININ SIRRI "PESTİL"

 
BAŞARININ SIRRI '' P E S T İ L ''
 
Amacınız, hedefiniz , başarmak istediğiniz her ne ise onu PESTİL haline getirirseniz başarı kaçınılmaz sonunuz olur. Peki nedir bu PESTİL ?
 
P :    Hedefi pozitif ifade edilmeli : Örneğin sigarayı bırakmak değil, sağlıklı yaşamak ya da depresyondan kurtulmak değil, olumlu düşünmek ( fazla kilolardan kurtulmak değil sağlıklı incelmek........)
 
E:      Ekolojik olmalı : Fiziksel durumunuza, sosyal durumunuza, ilişkilerinize veya her hangi bir şekilde çevrenize zarar verici bir yan etkisinin olmaması.
 
S:       Sana bağlı olmalı : Hedefinizi gerçekleştirebilmek sizin elinizde olmalı. Seçimler ve uygulamaların, izlenecek yolun, çabanın size ait olması. Tamamen başarmak için yapılacakların sorumluluğu size ait olamalı . Zayıflamak için haplara, otlara, depresyondan çıkmak için ilaçlara ya da karşınızdaki kişinin değişmesine, işe girmek için bir tanıdığa veya mutlu olmak için iyi bir habere bağlanmamalısınız. Çünkü her şey size bağlı :)
 
T:       Tatmin edici olmalı : Hedefinize ulaştığınızda sonuç sizi motive edecek kadar tatmin edici olmalı. Ona ulaştığınızı düşlediğinizde, hayali sizi heyecanlandırmalı. Hedefinize ulaşma nedenleriniz ne kadar güçlüyse sonuçta o kadar motive edicidir.
 
İ:         İmkanı olmalı : Hedefiniz ulaşılması, gerçekleşmesi mümkün bir şey olmalı. NLP '' başkası yaptıysa ben de yapabilirim'' düşüncesiyle bütünleşmeyi faydalı bulur. Pek çok sınır birisinin ilk kez bir şeyi yapabilmesiyle kırılmıştır. Eğer sizin de gerçekleştirmek istediğiniz şeyi birisi daha önce yapmışsa mümkündür :) imkanı vardır :)
 
L:          Limitleri belli olmalı : Hedefinizin tüm ayrıntıları önceden belirlenmiş olmalı. Hangi zaman diliminde, kiminle, nerede, hangi kriter ve özelliklerde ulaşmak istiyorsunuz belirlemelisiniz. Bu hem beyninize net hedefi gösterecek hem de odaklanmanızı sağlayacaktır.
 
Şimdi kendi PESTİL' inizi oluşturun. KOCAMAN harflerle yazın, bir tablo yapın ve göz önünde bir yere asın, ve o meşhuuuuuur ilk adımı atmış olmanın keyfini çıkartırken gülümseyerek, ikinci adımınızı planlayabilirsiniz :)
 
Sevgi ve sağlıkla ilerleyin :)
 
NLP uzmanı ve Yaşam Koçu
Arzu Bıyıklıoğlu
www.arzubiyiklioglu.com

28 Mayıs 2012 Pazartesi

ERTELEME ALIŞKANLIĞINIZDAN NASIL KURTULURSUNUZ ?


ERTELEME ALIŞKANLIĞINIZDAN NASIL KURTULURSUNUZ ?

Şimdi başlamanın nesi kötü?( okumaya devam etmeden önce lütfen cevap verin)
...........................................................................................................................

Verdiğiniz cevaba gerçekten inanıyor musunuz? Eğer gerçekten inanmıyorsanız, kendinize hemen başlarsanız olabilecek  iyi bir şey bulun. Hemen şimdi başlamam bana ne kazandırır, ne gibi iyi bir şey yapmış olurum?
.................................................................................
 
Nereye kadar ertelemek istiyorsunuz? O günün bugünden farkı ne?...............................peki o zaman, ertelemenin sebebi yeni bir erteleme bahanesi için zaman kazanmak olabilir mi?  Hani o muhteşem ertelenmiş gün geldiğinde başlamamak için yeni bir maazeretin oluşmasına şans vermek gibi :) Kar yağabilir, elektrikler kesilebilir, başınız ağrıyabilir, bir toplantı çıkabilir, hatta komşunun kedisi hasta olabilir :)

Harekete geçmek için yeteri kadar sebebiniz var mı? Mutlaka vardır ma farkında mısınız? Hemen şimdi kağıt kalemi alın ve başlayın yazmaya. En az 10 tane sebep yazın kendinize. '' Ben bunu yaparsam neler kazanacağım?'' Bu işi yapma nedenlerim neler?  Eğer erteliyorsanız beyniniz size neden ertelemeniz gerektiği ile ilgili mazeretler sunuyordur. Bunu değiştirmek için odağınız '' ben bunu yapmak istiyorum çünkü.................................
 
Beyninize hedefinizi gösterin, neyi, ne zaman tamamlanmış olarak, hangi şartlarda, hangi kriterlerde istiyorsunuz belirtin.
 
İş gözünüze büyük gözüküyorsa parçalara bölün. Bebek adımlarla başlayın. En kolayını seçin ve hemen başlayıp bitirin. Bir kitap okumak istiyorsanız ve bu kitap 300 sayfa ise hedefiniz bugün 30 sayfa okumak olsun. Otuz sayfaya başlamak her zaman 300 sayfaya başlamaktan daha kolaydır. Kendinizde değiştirmek istediğiniz 4-5 alışkanlık, davranış vs. varsa önce birini seçin ve ondan başlayın. Bir şeyi tamamladığınızda diğerine başlamak için daha çok motivasyonunuz olacaktır.
 
O günkü performansınız içinkendinize yan etkisi olmayan, hoşlandığınız bir şeyi ödül olarak verin.
Yapacağınız işlerin güzel yanlarına odaklanın. Ne kadar sıkıcı da gözükse her işin olumlu, güzel bir yanı vardır. Onları düşünün ve işi daha eğlenceli bir hale nasıl getirebilirim diye sorun kendinize. 

Örneğin 30 sayfa kitap okuduğunuzda o gün konuşacak farklı bir konunuz olur veya siz birisinin yeni bir şey öğrenmesine vesile olabilirsiniz, çocuğunuza güzel bir örnek olabilirsiniz, hayatınız için çok önemli bir şeyin farkına varabilirsiniz.........
 
Şimdi gözlerinizi kapatın ve kendinizi ertelediğiniz işe başlamış ve sonrada bitirmiş olarak görün. Yüzünüzde başlayıp bitirmenin tatlı gülümsemesini ve yüreğinizde bitirmenin heyecanıni hissedin....
 
Sevgi ve sağlıkla ilerleyin :)

Arzu BIYIKLIOĞLU
NLP uzmanı ve Yaşam Koçu
www.arzubiyiklioglu.com

13 Mayıs 2012 Pazar

SEN BENİ ÜZEMEZSİN


'' Beni kızdırıyorsun, beni üzüyorsun, beni sinirlediriyorsun ! ''  YOK böyle bir şey , size kimse bunları yapamaz. Ancak siz kendiniz bu duygu durumlarını seçebilirsiniz.  Böyle bir şey varmış gibi konuşmak, karşı tarafı suçlayarak, kendini kurban yerine koymaktır. Hayata karşı edilgen olmaktır.'' Ben böylece dururum, isteyen herkeste bana istediğini yapar'' demektir. ''Hiç bir gücüm yok, bütün kontrolüm başkalarının elinde'' demektir. Ve bu bir kandırmacadır, insanın kendi kendini kolaya kaçarak aldatmasıdır...
 
Düşünsenize mutlu, neşeli olmanız da, üzgün vaya kızgın olmanız da başkalarının elinde, bu kadar mı güçlü her şey, herkes? Sizin hiç bir gücünüz yok mu kendi üzerinizde? Tabiiki var, hepimiz kendimiz seçiyoruz tepkilerimizi. (her ne kadar başta kabul etmezi zor olsada)
Çocukluğumuzdan beri böyle duyduk, böyle gördük, Annemiz-Babamız, öğretmenimiz hep bize '' beni üzüyorsun, beni kızdırıyorsun, beni...'' dedi. Biz de öğrendik ki sistem böyle. Ama yanlış öğrendik, şimdi doğrusunu öğrenme zamanı. Kontrolü ele alma zamanı. Artık eşinizi, çocuğunuzu, arkadaşınız ya da patronunuzu suçlamayı bırakma zamanı. İleriye gitmek, kendinize hakkettiği değeri vermek için kendi duygu kontrolünüzü elinize alma zamanı.
 
Değişmek için önce bunu kabul etmek gerekir. '' Evet ben istemezsem kimse beni üzemez, kimse beni kızdıramaz...'' demek iyi bir başlangıçtır. Bugün defalarce bunu tekrar tekrar söyleyin, beyninize bunu öğretin. Beynimiz tekrarlarla öğrenir. Bu haftanın en önemli tekrarı bu olsun. Sonrada sizi üzen bir olay ya da kişiyle karşılaştığınızda kendinize şunu sorun, '' üzülmenin yerine seçebilirim?''  ( o kişiyi anlamayı, empati yapmayı, ders almayı, neden size böyle davranılmaya izin verdiğinizi düşünmeyi...)
 
Burada bahsettiğim şeyi lütfen duyguları bastırmayla karıştırmayın. Seçim yapıyorsunuz, duruma farklı bir pencereden bakarak kendinize bir fayda sağlamanın yollarını arıyorsunuz. Diyelim ki kendinizi ilk anda alamadınız, kızdınız ya da üzüldünüz yinede bu seçimi kendinizin yaptığının farkında olamanız, sizi zamanla ileriye taşıyacaktır. Mümkün olduğu kadar kısa sürede bu olumsuz duygu durumunu terk edin. Çünkü olumsuz duygu içinde olduğunuz  her dakika, fazladan kendi zihninize ve bedeninize zehir akıtıyor olmanızdır. İçinde bulunduğunuz ve evrene yaydığınız enerjinin, benzer frekansları hayatınıza çekmesi demektir. Bu da size olumsuz kısır döngüler getirerek tekrar tekrar benzer hayatları yaşamanızı garanti eder.
 
Evet bugün kendinize bir iyilik daha yapmaya başlayın, öncelikle durumlar karşısında tepkinizi kendinizin seçtiğini kabul edin. Başta bunu kabul etmek kolay olmayabilir, dediğim gibi biz bunu büyüklerimizden öyle öğrenmiştik. Ama yenisini de öğrenebiliriz, ben öğrendim :) siz de öğrenebilirsiniz . Hemen kağıt-kalem alın ve şunları yazın.
 
'' Sen beni üzemezsin, sen beni kızdıramazsın, sen beni sinirlendiremezsin. Eğer ben istersem bu duyguları seçerim ama ben mutlu olamayı ve öğrenmeyi seçiyorum, çünkü kendime bunları layık görüyorum.''

Sevgiyle ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

25 Nisan 2012 Çarşamba

BEDEN HAREKET İÇİN YARATILMIŞTIR...


Ben spor yapamam, spor zordur, spor yorucudur, spor sıkıcıdır, spor zaman alır...gibi sporla ilgili pek çok olumsuz düşünce vardır. Ben spora egzersiz diyorum. Çünkü bizim ihtiyacımız olan ( eğer sporcu değilsek) egzersizdir. Yıllarca spora yüklenen bu olumsuz ifadeler hayatında hiç egzersiz yapmamış insanları bile egzersizden soğutmuştur. Oysa egzersiz düzenli hareket etmektir. Bedenlerimiz hareket etmemiz için yaratılmıştır. Hareket durduğu zaman ölüm gelir. Yaşamak istiyorsak( gerçekten yaşamaktan bahsediyorum yaşayan ölüler olmaktan değil) o zaman hareket halinde olmalıyız. Sağlıklı olmak için, sağlıklı zayıflamak için egzersiz yapmalıyız. Kilo probleminiz olmasa bile sağlıklı kalmak, mutlu olmak için, kendimize sahip çıkmak için, kendimize değer verdiğimiz için egzersiz yapmalıyız.
 
Değişen yaşam tarzı daha çok yemek yemeyi ve daha az hareket etmeyi getirdi. Bedenler sabitlenmeye başladı. Bedenin hareketsizliği, zihini de etkileyip zihinlerde de sabit düşünceler oluşmasını tetikliyor. Nasıl ki zihnimiz bedenimizi etkiliyorsa bedenimizin durumu da zihnimizi etkiliyor. Ve olumsuz kısır döngü devam ediyor. SAĞLIKSIZ VE MUTSUZ YAŞAMLAR.
 
Şimdi sizi egzersizle yeniden tanıştırmak istiyorum;
Siz farkında değilsiniz ama bedeniniz hareket etmek için yanıp tutuşuyor. Belki hatırlamıyorsunuz ama bebekken yürüyüp koşmak için nasılda can atıyordunuz ve başardınız. Şimdi de egzersiz yapmayı başarabilir ve bundan da çok büyük keyif alabilirsiniz.
 
Egzersiz yaptığınızda enerji seviyeniz artacak, zihniniz açılacak.
Mutluluk hormonu salgılayıp, kendinizi çok daha iyi hissedeceksiniz.
Vücudunuza daha fazla oksijen girecek, yağ yakmanıza ve toksinlerin atılmasına yardımcı olacak ve daha hızlı kilo vereceksiniz.
Terleyerek toksinlerinizi atıp içinizi temizleyeceksiniz.
Kendiniz için en doğru egzersizi bulduğunuzda egzersiz yaparken çok eğleneceksiz, adeta özürgürleştiğinizi hissedeceksiniz.
 
Bedenlerimizin ilk önce oksijene, sonra suya, ondan sonra da doğal gıdalara ihtiyacı vardır ( tabiiki bir de sevgiye). En bol oksijeni de egzersiz yaparken alırsınız.
 
Aç karnına sabah egzersiz yaparsanız daha fazla yağ yakarsınız. Gece uyurken glikojen deponuz azaldığı için, vücudunuzda daha az ensülin olduğu için yağ yakma kapasiteniz fazla olur. Ve gün boyu metabolizmanız hızlı çalışarak sizi korur.
 
Haftada 4-5 gün, 30-40 dk yağ yakma egzersiziniz bedeninizde ve hayatınızda çok büyük fark yaratacaktır. Kendinize olan güveniniz, beğeniniz ve saygınız artacaktır. Dolayısıyla diğer insanların da size karşı bakış açısı değişecektir.
 
Unutmayın beden hareketi sever, durmak ölümü çağırmaktır. Bugün egzersize başlamaya ne dersiniz? 

En azından yarım saat durmadan yürüyebileceğiniz bir yol biliyorsunuzdur her halde... Ya da bir müzik açıp dans edebilirsiniz, kim bilir ne kadar zamandır dans etmediniz, çok özlemiş olmalısınız.İyi egzersizler..
 
Sevgiyle ve sağlıkla ilerleyin...
Arzu Bıyıklıoğlu
NLP uzmanı ve Yaşam Koçu
www.arzubiyiklioglu.com

10 Nisan 2012 Salı

BEŞ YIL SONRA NE KADAR SAĞLIKLI OLACAKSINIZ ?

Bireysel ve grup çalışmalarımda, herkesten yapmasını istediğim bir puanlama çalışmasını sizinle paylaşmak istiyorum.
 
'' Şu an hayatınızın en önemli alanları için puanlama yapmanızı istiyorum. İş, para, sevgili ( eş ), sosyal ortam, fiziksel görünüm ve sağlık alanlarında, kendinize 1 ila 10 arasında puan verin.  1 düşebileceğiniz en kötü seviye, 10 ulaşabileceğiniz en yüksek tatmin seviyeniz.''
Siz de hemen okumaya ara verip, kendiniz için puanlama yapabilirsiniz. Burada yapacağınız değerlendirme size, şuan içinde bulunduğunuz yaşamın kalitesini gösterecektir.
 
İŞ-KARİYER  ( şu an yaptığınız işin tatmin seviyesi)
PARA
SOSYAL ÇEVRE
FİZİKSEL GÖRÜNÜM
SEVGİLİ ( EŞ )
SAĞLIK DIURUMUNUZ
 
İkinci adım ise, onlardan aynı değerlendirmeyi beş yıl sonrası için yapmalarını istememdir. Örneğin iş alanında bugünkü seviyenize 5 puan verdiyseniz, beş yıl sonra kaç puanda olursunuz?  Lütfen '' nereden bileyim beş yıl sonrasını '' gibi bir cevapla geleceğinizi belirsizlik içinde bırakmayın. Siz geleceğiniz için planlar yapmazsanız, gelecekte başkalarının planlarına dahil olumak zorunda kalırsınız.
 
Eğer birinci egzersizi yaptıysanız, şimdi sizde aynı alanlarda beş yıl sonrası için bir puanlama yapın. İçinizdeki cevaplara daha rahat ulaşabilmek için gözlerinizi kapatıp bir kaç derin nefes alarak rahatlayın ve zihninizde 2016 yılının sonlarına gidin. Evet şimdi 2016 yılında maddi durumunuz, eş durumunuz( sevgili),sosyal durumunuz, fiziksel görünümünüz ve sağlık durumunuz ne durumda olur? Her bir durumunuza kaç puan verirsiniz?
 
Ben bu çalışmayı yaptırdığım zamanlarda, beş yıl sonrasının puanlarının, çoğunlukla şimdiki zaman puanlamasından daha yüksek olduğunu görüyorum. Bu çok normal, zaten olması gereken de bu. 

Ancak tek bir alan genellikle düşüşte oluyor. Hangisi dersiniz? Tabiiki '' SAĞLIK''.
Neden beş yıl sonraki sağlık seviyelerine, bugünden daha düşük puan verdiklerini sorduğumda da aldığım cevap genelde aynı oluyor. '' Beş yıl daha yaşlanıyoruz, bugün ...... hastalıklarım var, ......ağrılarım var, beş yıl sonra daha artış olur''  cevaplarını alıyorum.
 
Bunun söyleyen insanlar beş yıl sonra kendilerini haklı da çıkaracaklardır. Bugüne göre daha çok sağlık problemine sahip olacaklardır. Çünkü yaşlanmanın daha fazla ağrı ve hastalık getirdiğine inanmaktadırlar. Çünkü bugünkü ağrı ve hasatlıklarıyla beraber yaşamayı kabul etmişlerdir, iyileşme ümitlerini yitirmişlerdir. Yaş ilerledikçe sağlık kalitesinin düşeceğine inanmışlardır. Yaşanmışlığı yorgunluk, yıpranma olarak algılamaktadırlar. Ve bütün bu düşünceler beş yıl sonra sizi daha sağlıksız yapmaya yeter.
 
Siz de böyle düşünüyorsanız, hergün etrafınızda bu düşüncenizi destekleyecek hastalıklı yaşlılar görürsünüz, hergün biraz daha bir yerleriniz ağrır. Oysa diğer tarafta sağlıklı yaşlanan insanlar da vardır. Mesela benim babam, şu an 68 yaşında ama 55 yaşındaki halinden daha sağlıklı. Ben de kendimi beş yıl öncesinden daha sağlıklı hissediyorum. Bugün 80 yaşında hala ameliyatlara giren doktorlar var, 67 yaşında dağcılık sporuna başlayıp, tırmanabilenler var. Eğer sağlıklı yaşlananları merak ederseniz, algınız onlara kayar ve etrafınızda ne kadar çok olduklarını farkedersiniz. Ve yavaş yavaş sağlıklı da yaşlanılabilineceğine inanmaya başlarsınız.

Yaşlanan ama hala sağlıklı olan kişilerin farkı, insan üstü varlıklar olması değil, farklı zihinsel yapıya sahip olmalarıdır. Zihinlerinde farklı düşünce ve inançlara sahip olmalarıdır. Dolayısıyle farklı duygu ve davranışlar içinde bulunurlar ve farklı sonuçlar alırlar.
Evet, eğer bugün bir ağrınız, rahatsızlığınız varsa, beş yıl sonra hatta bir yıl sonra onunla vedalaştığınızın hayalini canlandırmak ve sağlığınıza ilerisi için şimdiden daha yüksek bir puan vermek size daha çok şey kazandıracaktır.
Unutmayın biz ne düşünürsek, neye inanırsak onu yaşıyoruz.
Sağlıkla ve sevgiyle ilerleyin...
 
Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu
www.arzubiyiklioglu.com

27 Mart 2012 Salı

GÜNDE 10 DAKİKA AYIRARAK AYDA 10 KİLO VERİN !


Hep o halini kurduğunuz ideal bedene kavuşmak için günde sadece 10 dakikanızı ayırmanız yeterli. Hemen deneyin, bir an önce güzelliğinize kavuşun.

Peki siz böyle bir başlık gördüğünüzde ya da duyduğunuz da buna inanıyor musunuz? Gerçekten de mucizevi formullerle uzun yıllar içinde aldığınız o kilolardan bir anda kurtulabileceğinize inanıyor musunuz? Bu yazının başlığını gördüğünüzde neden okumak için tıkladınız? Benim bu iddia ile neler saçmalıyor olduğumu mu merak ettiniz, yoksa gerçekten de işe yarar bir formul olabileceğini mi merak ettiniz?
 
Hayır böyle bir şey yok , kim nederse desin, sağlıklı olarak hiç bir ilaçta, otta, diyette...de yok.  Bunların hepsi reklam kokan sözler. Ancak sağlıksız bir formulle olacak işler bunlar. Hızlı bir şekilde kilo vermeniz bir kandırmacadan başka bir şey değildir. Verseniz bile çok sağlıksızdır. Çok kısa bir sürede fazlasıyla alırsınız . Defalarca denediğiniz bu kandırmaca yöntemlerle bir gün gelir boşu boşuna kendinize '' YAPAMAYACAĞIM'' '' BAŞARISIZIM'' damgasını vurursunuz.
 
Şunu hiç bir zaman aklınızdan çıkarmayın, zayıflayarak sağlığınıza ve güzelliğinize kavuşamazsınız. Sağlıklı ve güzel olarak zayıflayabilirsiniz. Bu bir süreçtir, yeni bir yaşam tarzıdır ve bunu gerçek anlamda yaşamaya başladığınızda çok keyifli ve eğlencelidir.
 
Kilolu olmaka kader değildir, kilolu olmak bir alışkanlıktır. Bu güne kadar pek çok kişi uzun yıllardan sonra düşünce ve alışkanlıkların değiştirerek forma girdi. İsterseniz bunu siz de başarabilirsiniz. Yeterki bunu heyecanla isteyin. Sonrada kendiniz üzerinde farkındalık kazanın. Kendinizi inceleyin, içinize dönün hangi açlığınızı yemeklerle doyurmaya çalışıyorsunuz, hangi sabitleşen düşüncelerinizle bedeninizi de şişiriyorsunuz bulun. Sağlıklı beslenme alışkanlıklarını araştırın, yeni tadlar deneyin. Kendinize sağlıklı olma izni verin.
 
Hızlı ve kolay yöntemlerle kilo vermenin sahte cazibesine kapılmak sizi oyalamaktan başka bir şey yapmaz. Sağlıklı olarak bir yılda 40 kilo verebilirsiniz.  Bu süreçte yeni düşünce ve yaşam tarzınız alışkanlık haline geldiği içinde geri dönüşünüz olmaz. Yaşamınızın geri kalan yıllarını düşündüğünüzde, bir yıl hiç de uzun bir süreç değildir. Düşünsenize geçen sene bugün başlamış olsaydınız bugün ideal kilonuzdaydınız. Şimdi başlarsanız da seneye bugün sağlıklı ve ideal kilonuzda olacaksınız. Kendinize sağlıklı ve güzel olma izni verin. Çünkü siz buna değersiniz :)
 
Sevgiyle ve sağlıkla ilerleyin...
 
Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu
www.arzubiyiklioglu.com

21 Mart 2012 Çarşamba

HASTALIĞINIZLA KİMLİĞİNİZİ BİRBİRİNE KARIŞTIRMAYIN...

Bebekler büyürken yakınındaki büyüklerinin konuşma şekillerini, ses tonlamalarını, kelime seçimlerini, kelime anlamlarını ve dil kalıplarını kopyalarlar. Büyüdükçe bazılarını sorgulayıp, değiştirirler ancak pek çoğu zihin programlarında kalarak, uzun yıllar onları yönetir. Maalesef bazen bir ömür boyu.  Bunlardan en önemlisi kişinin davranışını ve hastalıklarını kimlik boyutuna taşımasıdır. Davranış boyutunu başka bir yazımda ele alacağım, bu yazımda hastalık konusuna değinmek istiyorum.
 
Günümüzde en yaygın hastalıklardan birisi KANSER'dir, neredeyse her ailede bir kanser hastası var. Bu hastalığı taşıyan kişilerle karşılaştığımda onlara şunu soruyorum '' bu durumda siz kendinizi nasıl tanımlıyorsunuz, neyiniz var? '' diye sorduğumda hep aldığım cevap '' KANSERİM'' oluyor. Ve bunu günlük hayatlarında o kadar çok tekrarlıyorlar ki farkında olmadan bilinçaltına çok olumsuz mesajlar yolluyorlar. Ben kanserim, ben ülserim, ben saç kıranım, ya da ben şeker hastasıyım, ben kalp hastasıyım... Hastalık, bu gibi söylemlerle hastalık boyutundan kimlik boyutuna taşınıyor. Durum kalıcı olarak bilinçaltında sanki iyi bir şeymiş gibi çapalanıyor. Bilinçaltı bu durumu kabul ettiğinde , hastalığı desteklemek için elinden geleni yapıyor. Daha önceki yazılarımda da bahsetmiştim, bilinçaltı saf bir çocuk gibidir, iyiyle- kötüyü, daoğruyla yanlışı ayırt edemez, bilincin istediğini sorgulamadan doğru olarak kabul eder.
 
'' Ben kanserim '' dediğinizde, ben domatesim gibi bir şey oluyor. Siz domates olabilir misiniz?  Siz Ayşe'siniz, Ahmet'siniz, sizi siz yapan bir insan kimliğiniz var. Siz KANSER olamazsınız. Ama çok ısrar ederseniz bilinçaltınız kendinize yüklediğiniz anlamı bir şekilde yakınınızda tutacaktır. Peki ne denmeli böyle bir durumda? '' Ben de kanserli bir hücre vardı, temizlendi, alındı gitti, bitti'' Düşünsenize bir '' ben ülserim'' dediğinizde, sizin tüm hücre yapınız, şekliniz şemalinizin değişmesi gerek. Bir ülser, bir kanser neye benzer, ne şekildedir, nasıl bir yapıdadır, resmi nedir biliyor musunuz? Ama '' ben...'' dediğinizde kendi görüntünüzü, kendi kimliğinizi her ne ise hastalık  '' o ''  yapmış oluyorsunuz. Kendinizi o hastalığın sözlük anlamına koymuş oluyorsunuz. Sürekli tekrarlanan bu tip düşünceler beyninizde SİZ = Hastalığınız oluyor.
 
Biraz olumlu düşünürseniz hastalığınızı tanımlayacak ve sizde geçici olarak bulunduğunu ima edecek dil kalıplarını bulursunuz ve bilinçaltınıza olumlu telkinler yollarsınız. Bağırsakları yavaş çalışan insanların hemen hemen hepsi KABIZIM der. Kabızlık artık onların ayrılmaz parçasıdır. Böyle söylediğinizde kimliğiniz, siz herşeyinizle kabız oluyorsunuz ama bu doğru değil. Yanlış telkin hastalığı bedeninize çapalıyor, va zamanla o hastalığa dönüşüyorsunuz.
 
Evet siz veya bir yakınınız farkında olmadan kendisine zarar veren böyle yanlış telkinlerde bulunuyorsa hemen kağıt kalemi eline alsın ve olumlu cümlelerini yazsın. Yazdığınız kağıdı görebileceğiniz bir kaç yere kopyalayın ve her gün yeni telkininiz tekrarlayarak bilinçaltınıza gerçekten işinize yarayacak mesajlar yollayın.
 
Sağlıkla ve sevgiyle ilerleyin, HEPİMİZ SAĞLIKLI VE MUTLU OLMAYI HAKEDİYORUZ :)

Arzu BIYIKLIOĞLU
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu
www.arzubiyiklioglu.com

13 Mart 2012 Salı

İŞ VE SAĞLIK


Bir ömür hızla akıp geçiyor, hele 30 yaşını geçmişseniz zaman adeta koşuyor. Zamanınızı nasıl değerlendirdiğinizi bile gözden kaçırıyorsunuz. Yetişkin olduktan sonra başlayan çalışma hayatı, en verimli olduğunuz çağların neredeyse %33 ünü kapsar. Bazıları için bu oran %50 lere kadar çıkmaktadır.

Hayatta bu kadar büyük bir yer işgal eden çalışma alanı, bireyin kişiliğine, değerlerine ve ruhuna hitab etmiyorsa mutsuzluk ve hastalık getirir. Kişinin yaptığı işten memnun olmaması hastalıklara karşı direncini düşürür, anksiyete seviyesini yükseltir, depresyona yol açar ve yaşam tadını kaçırır.

Kendisi için en doğru işi bulmayı başarmış insanlar, işlerini severler, işleriyle eğlenirler, yaratıcılıklarını kullanır ve hayat doyumlarını arttırırlar.

Bazı insanlar sosyal ilişkiler için, bazıları para için, bazıları da yaratmak için çalışırlar. Toplumuzda ağırlıklı olarak meslek seçimleri günün mesleğine göre, aile işine göre ya da parasına göre seçilmektedir. Çok az kişi kendi hayalindeki işi ya da kişiliğine, ruhuna uygun tatmin edici işi yapmaktadır.

Şimdi size sorsam '' siz işinizden ne kadar mutlusunuz, dünyaya bir daha gelseniz yine aynı işi mi yaparsınız ?'' diye, çoğunluk '' hayır'' diyecektir. Zaten ruhuna, zevkine, yeteneğine göre iş bulunur diye bir şey öğretilmedi kimseye. Hatta hala meslek arayışı içinde olan pek çok gence, ebeveynleri tarafından aynı muamele yapılmakta. Zamanın gözde mesleğini seç ki para kazanabilesin, iş bulabilesin ya da baba mesleğini miras al...(işsizlik var ne bulursan yap, devlete kapağı at... gibi). Böyle yönlendirmeler yapmak topluma daha fazla korkan ve mutsuz olan insan pompalamaktan başka bir işe yaramaz. Zaten memlekette iş tatmini olmayan, işinde başarısız ve mutsuz olan yeteri kadar insan var.

Bir de madalyonun öteki yüzüne bakacak olursak, acaba sizi mutlu edecek, yeteneklerinizi kullanabileceğiniz, değerlerinize ve ruhunuza hitap eden işin ne  olduğunu biliyor musunuz? Bunu bilmeniz için kendinizi çok iyi tanımanız lazım. Çoğu kişi iş tatminsizliğini fark eder ancak, ne yapmak istediğini, hangi işte daha başarılı olacağını da bilemediği için aynı işinde mutsuz olarak çalışmaya devam eder. Hatta yaptığı işinde de neden mutsuz olduğunu tam olarak bilememektedir. Gerçekten de hiç farkında olmadığınız sizi başarısız, mutsuz  ya da hasta yapan sebepleriniz vardır. Bir bilseniz kim bilir neler değişecek hayatınızda. Örneğin, dini inançlarına göre paradan para kazanmayı haksız kazanç olarak bilinçaltında tutan birisinin, bankacılık mesleğinde başarılı olması ya da mutlu olması mümkün değildir. Çünkü değerleriyle, inançlarıyla çelişen bir iş yapmanın rahatsızlığı içindedir. Farkında olmadan bu çalışma hayatı kişinin özel hayatına da mutsuzluk getirir. Ya da bedensel zekası yüksek, dokunsal duyuları gelişmiş bir insan masa başı, teknoloji ağırlıklı işlerde mutsuz olacaktır. Gününün büyük bölümünü tatminsiz ve stresli geçiren bir insanın işinde yükselmesi ve yaşam tatmini pek mümkün olmayacaktır.
 
İçselleştirilmeden yapılan meslekler zamanla kişiyi hasta eder. İşe gitmek istemediğiniz için sık sık hasta olursunuz, üretemediğiniz için hasta olursunuz, başarılı olamadığınız için hasta olursunuz, yükselemediğiniz için hasta olursunuz, tatminsiz olduğunuz için hasta olursunuz...
Aklınıza ''Bu vakitten sonra mesleğimi nasıl değiştiririm ki'' gibi sorular geliyorsa, durumunuzu umutsuz, geç kalınmış bir vaka gibi görüyorsanız size şunu söylemek isterim; Muhakkak her durum şu an olduğundan bir üst kademeye taşınabilir. Gerçekten daha sağlıklı, daha mutlu olmak istiyorsanız, hayatınızın geri kalanından daha fazla zevk almak istiyorsanız bunu yapabilirsiniz. Ben 40 yaşında ingilizce öğrenen, 55 yaşında meslek değiştirerek beş yıl sonra zengin olan, 42 yaşında üniversite kazanıp okuyan, kariyerlerini doruk noktasında bırakıp tamamen farklı bir iş alanına yönelen ve bundanda büyük haz alan insanlar tanıdım. (Bunlar gibi iş hayatlarını değiştirmiş ve başarmış duyduğum, okuduğum insanların sayısı bitmez, onları yazmıyorum bile. Çevrenize dikkatlice bakarsanız siz de mutlaka benzer gerçek hikayeler görürsünüz)

Eğer hayatınızda böylesine kayda değer bir değişiklik yapmanın hayatınıza katacağı değerin farkındaysanız işe önce kendinizi daha iyi tanımakla başlayabilirsiniz. Tam olarak yeteneklerinizin, özelliklerinizin farkına varın. Size nelerin mutluluk verdiğini, hayata bakış açınızı, zevklerinizi tekrar hatırlayın. Belki biraz çocukluk döneminizi hatırlamak faydalı olur :)  Kendinizi iyi tanıdığınıza inanıyor ve hangi işin sizi mutlu edeceğini biliyorsanızda, o zamanda bu işi önce hobi gibi görüp küçük bir adım atabilirsiniz. En azından işin zevkini, size vereceği tatmini deneyimleme fırsatınız olur.
Unutmayınki mutluluk ve sağlık hiç kimseye verilmeyecek, hepimiz kendimiz yaratacağız. Kaynak içimizde, ulaşıp kullanacağız.
 
Sevgiyle ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu BIYIKLIOĞLU
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

5 Mart 2012 Pazartesi

BİR AVUÇ YEMEĞİ KAÇ DAKİKADA YERSİNİZ ?


Miğdemizin büyüklüğü bir avuç içi kadardır.( Eğer biz onu büyütmediysek). İhtiyacaınız olan bir avuç yemeği kaç dakikada tüketiyorsunuz?  Üç- beş dakika mı? Peki hiç 21 dakikada bitirmeyi denediniz mi? Eğer denemediyseniz bugünün egzersizi olarak bunu deneyebilirsiniz.

Normal açlık derecesinde olduğunuz bir an, bir avuç sağlıklı bir gıdayı küçük bir tabağa koyun. Küçük bir çatal alın ve aynanın karşısına geçip oturun. Saatinizi ayarlayın ve yemeye başlayın. Her lokmaya önce bakın, sonra koklayın, sonrada bu lokmayı yiyebilecek ve tadına varabilecek olduğunuz için teşekkür edin. Lokmayı ağzınıza koyun ve yavaş yavaş çiğneyin, tadına varın. Bu işlemi her lokmada tekrarlayın ve 21 dakikada tabağınızdaki yemeği bitrin.
 
Hızlı yemek yemek vücutta kıtlık bilinci yaratır, daha fazla yemek ve yediğini yağ olarak depolamak ister. Oysa yavaş yavaş, sık sık sağlıklı doğal gıdalar yemek bedeni rahatlatır. Her zaman işe yarar besinler geliyor bilinciyle yediklerini stoklama gereği duymaz. Tokluk sinyali beyne yaklaşık 20 dakikada ulaşır. Hızlı yerseniz doyma sinyali gelene kadar boşuboşuna daha fazla yeme gereği duyar miğdenizi gereksiz yere şişirirsiniz.
 
Yavaş yemek için hafif bif bir müzikten destek alabilirsiniz. Müziğin ritmi ve yumuşaklığı yavaş çiğneyişler yapmanızı destekler. Ayna karşısında kendinizi, yeme şekliniz incelemekte size vakit kazandıracaktır. 21 gün boyunca her öğününüzü bu şekilde yaparsanız yeme alışkanlığınız değişmeye başlayacak ve ilk yaptığınız zamanki kadar zorlanmayacaksınız.
 
Bu güne kadar bebekliğinizden bu yana o kadar çok şey öğrendiniz ki, bunu da öğrenebilirsiniz. Bu yavaş yeme egzersizinizi biraz sonraki öğününüzde yapmaya başlayabilirsiniz. Şu an tek yapmanız gereken bu öğünde hangi sağlıklı yemeği seçeceğinize karar vermek...
 
Sevgiyle ve sağlıkla ilerleyin...
 
Arzu Bıyıklıoğlu
NLP uzmanı ve Yaşam Koçu

18 Şubat 2012 Cumartesi

KİLO VERMEK İSTİYORSANIZ TARTILMAYIN


Kilo verme programına başlandığında yapılan en büyük yanlışlardan biri sürekli tartılmaktır. Hergün hatta gün içinde 2-3 kere tartıya çıkanlar vardır. İstediğiniz o mucizevi düşüşü göremedikçe umutsuzluğa kapılırsınız. Kilo verme programına başladığınızda vücut kendini korumaya almak için başlangıçta direnç göstererek bir kaç kilo daha almanızı bile sağlayabilir. Bu çok normaldir, hemen umutsuzluğa kapılıp kendinizi demotive etmeyin. Yapmanız gereken şey en fazla ayda bir tartılmaktır. ( kadınlar için bu zamanlama adet görme zamanlarının sonunda olmalıdır)

İncelme ölçünüz kıyafetlerinize daha rahat girmenizle kendini zaten gösterecektir. Tartının onaylamasına ihtiyaç duymanıza gerek yok. Sağlıklı ve kalıcı zayıflamanın tek yolu yaşam tarzınızı değiştirmeniz olduğunu daha önce yazmıştım ( düşünce ve alışkanlıklarınızı değiştirerek). Egzersizle desteklenen zayıflama en sağlıklı incelmeyi size getirecektir. Yağ yakma programında egzersiz yaptığınızda, bir yandan yağ yakarken bir yandan da kas ağırlınızı arttırırsınız. Rakamsal olarak eş değer olan yağ ve kas hacim olarak bir birinden çok farklıdır. Bir kilo yağ kaybedip aynı zamanda bir kilo kas kazanırsanız tartı size hiç bir değişiklik olmadığını söyler. Ve bu kadar zahmet karşısında tartıya inanarak bir değişiklik olmadığını düşünüp üzülürsünüz belkide vaz geçersiniz. Oysa en az yarım kilo vermişsinizdir, bedensel olarak küçülme olmuştur. Ama bir tartı bunun ayrımını yapamaz. Bazen kilosu aynı olan insanlar vardır ama biri diğerinden neredeyse 1-2 beden ince gözükür. İşte bu vücutların da farklı oranda yağ-kas dağılımı olmasının sonucudur. Niyetiniz incelmekse bunu bir rakama bağlamayın. Bedensel olarak incelmeyi hedef alın, sayılar ve tartı sizi her zaman yanıltacaktır.
Diyetle aç kalarak kilo verdiğinizde tartı size 5 kilo azaldığınızı gösterebilir. Ama siz kendinizde bir beden küçülme görmeyebilirsiniz. Özelliklede egzersiz yapmıyorsanız. Yemeyerek yağ yakamazsınız, yemeyerek kaybettiğiniz 5 kilonun çoğu su ve kastır. Bunların kaybıda vücudunuza zarar verir. Diyet yapmak, günde iki öğün yemek metabolizmayı yavaşlatır, kıtlık bilinci yaratıp bedenin daha fazla yağ depolamasını sağlar. Beslenme uzmanları 4-5 öğün yemenin ( sağlıklı, doğal gıdalarla) üzerinde ısrarla dururlar. Pek çok kişi kendi başına az yeme kararı alarak günde iki öğün beslenmeye başlar ve sonuç daha fazla kilo alır.

Yağ yakma egzersiziyle ( durmadan 40-50 dk yapılan tempolu yürüyüş, aerobik, bisiklet, dans...) deri altında depolanmış yağlarınızı yakmayı sağlar ve günün geri kalanında kaslarınız hala çalışarak metabolizmanınzı canlı tutar. Ne kadar fazla kasınız varsa o kadar hızlı yağ yakarsınız. Bu yüzden spor yapmak çok önemlidir. Kilo sorununuz olmasa da spor sizin hastalıklardan ve toksinlerden korunmanıza, genç kalmanıza ve neşeli olmanıza yardımcı olur. Egzersiz İnsan oğlunun kazanabileceği en güzel bağımlılıklardan birisidir.

Bedeninizi iyi dinlerseniz, ona odaklanır, sevgiyle yaklaşırsanız ihtiyacınız olan bütün bilgiyi ondan alabilirsiniz. Bedeninizin inceldiğini bir tartıdan öğrenmenize gerek yok, hele bir de yanlış bilgi veriyorsa, ki veriyor. Kilo alıyor olduğunuzu öğrenmek içinde bir tartıya ihtiyacınız yok.
Sonuç olarak eğer egzersiz yapmadan kilo kaybediyorsanız boşu boşuna sevinmeyin. Hem tartıda yazandan daha az kaybettiniz hem de sağlığınızdan kaybettiniz. Düzenli spor yaparken tartıda az bir kilo kaybı görüyorsanız boşuna moralinizi bozmayın. Gerçekte tahmininizde fazla yağ yaktınız ve yakmaya devam edeceksiniz. Ayrıca daha sağlıklı olmaya başladınız. En iyisi tartılmadan, bedeni hissederek ve kıyafetlerden anlayarak devam etmek.
 
Sevgiyle ve sağlıkla ilerleyin...
 
Arzu Bıyıklıoğlu
NLP uzmanı ve Yaşam Koçu

14 Şubat 2012 Salı

AFFETMENİN BEDEN ÜZERİNDEKİ ETKİSİ

Yapılan bilimsel araştırmalarda affetmenin, kişinin fiziksel bedeni üzerinde çok belirgin rahatlamalar sağladığı açıkça gözlemlenmiştir. Birisine veya bir olaya duyduğunuz kızgınlığı, öfkeyi, o kişiyi affetmediğiniz sürece, içinizde kor bir ateş gibi taşırsınız. Sanmayın ki karşı tarafı yakarsınız, sadece kendi kendinizi yakarsınız. Çünkü öfkenin de kızgınlığın da kaynağı sizsinizdir. Kaynak kendi içinde kavrulur durur. Sanmayın ki affettiğinizde karşı tarafı yüceltip, ona hediye verirsiniz. Sadece kendinizi öffekeden arındırır, özgürleştirirsiniz. Karşı tarafın, sizin onu affettiğini bilmesine bile gerek yok, kendi içinizde kendiniz için affetmeniz yeter.

Affedememenin, kızgın olmanın beden üzerindeki fiziksel tepkimeleri ;
Miğde ağrısı, sırt ağrısı, uykusuzluk,
Kortizol hormonu seviyesini arttırarak bağışıklık sistemini zayıflatması, kilo alımını desteklemesi,
Şeker hastalığı, yüksek tansiyon hastalığı.
Pisikolojik baskının artmasıyla, kalp basıncının da artması ve beraberinde pek çok hastalık riskini getirdiği bilimsel olarak deneylerle kanıtlanmıştır.

Artık bütün bilim adamlarından da sık sık duyuyorsunuz, olumsuz düşünce ve duyguların  bedenlerimizdeki yansımasınınhastalıklar olduğu belirtiliyor. Peki bütün bunları bile bile neden affetmesi bu kadar zor geliyor?

Acaba AFFEDİNCE KENDİNİZE HAKSIZLIK YAPTIĞINIZI , KARŞI TARAFA DA JEST Mİ YAPTIĞINIZI DÜŞÜNÜYORUNUZ ?
 
Hayır tam tersi, asıl haklı olduğunuz halde kendinize zarar vererek haksızlık ediyorsunuz. Başkası için nasıl bir duygu besliyorsanız, nasıl kelimeler telafuz ediyorsanız aynısın kendi içinize de yolluyorsunuz. Duyduğunuz öfke, nefret ya da kızgınlık duygusu sizden çıkıp gitmiyor, aksine içinizde zehirli bir sarmaşık gibi büyüyerek hücrelerinizi ele geçiriyor. Bir çeşit içsel intihar gibi bir şey…
 
Eğer hala affedemediğiniz kişiler ya da olaylar varsa bugün şöyle bir egzersiz yapmanızı tavsiye ederim. Sakin bir yere gidin ve gözlerinizi kapatın . Kendinize aşağıdaki soruları n cevaplarını zihinsel olarak yaşayın. Zihninizle görün, duyun, hissedin.  Eğer affetmiş olsaydınız hayatınız nasıl olurdu ? 

Ne yapıyor olurdunuz? Kendinizi nasıl hissediyor olurdunuz? Kendinizi o kişiveya olaydan özgürleştirmiş olma duygusu nasıl olurdu ?
 
Affetmeye hazır olmayabilirisiniz ya da” istiyorum ama yapamıyorum” diyebilirsiniz ama en azından kendinize bu egzersizi yapma izni verirseniz, büyük bir adım atmış olursunuz.

İyi egzersizler…
Sevgiyle ve sağlıkla yaşayın…

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP uzmanı ve Yaşam Koçu

11 Şubat 2012 Cumartesi

AĞZINIZA NE KOYDUĞUNUZUN FARKINA VARIN


Çoğu insan ne yediğinin farkında bile değildir. Siz, hem besin değeri olarak, hem de miktarı olarak ne kadar kötü beslendiğinizin, kendi ellerinizle kendinzi nasıl zehirlediğinizin farkında mısınız ? Çoğunuz bunu anladığında eminimki dehşete düşecektir.

Hiç yedikleriniz neyden yapılıyor, içinde neler var diye incelediniz mi? Yoksa sadece görüntüsüne ve tadına göre mi yemeklerinizi seçiyorsunuz?  Yediğiniz her türlü paketlenmiş gıda öldürülmüş, besin değeri düşürülmüş ve uzun süre dayanması adına içine pek çok kimyasal sokulmuş ürünlerdir. Besin değerleri olmadığı gibi uzun dönemde vücutta toksin birikimi oluşturarak pek çok hastalığa çağrı yapmaktadır. İlk yediğiniz anda hasta olmuyor, zehirlenmiyorsunuz diye belki ikna olmuyorsunuz ama ikna olmak için hasta olmayı  ya da ölmeyi  beklemeyin. Çünkü çok geç olacaktır. Bugün internet her türlü bilgiyi ayağınıza kadar getiririyor. Katkı maddeleri ve koruyucu maddelerini araştırabilirsiniz. 

Yediklerinizi daha yakından tanıyın, içinize neler sokuyorsunuz bilin.
İkinci olarakda miktarlarınızı bilin. Farkında olmadan,sırf alışkanlık halinde yapılan atıştırmaların ne kadar da çok ve gereksiz olduğunu fark edin. Televizyon açtınız diye yedikleriniz, yemek hazırlarken ağzınıza küçük küçük tıktıklarınız, atılmasın diye tabaklarda kalanları sıyırmanız, sıkılınca tatlanmak için ağzınıza koyduklarınız, çay boş gitmez deyip atıştırdıklarını........... yaz yaz bitmez bunlar :)
Farkına varsanız, inanın bana yediklerinizin yarısını yemezsiniz. Bu hafta ağzınıza koyduklarınız üzerinde farkındalık kazanma egzersizi yapmaya ne dersiniz?  Çok kolay bir egzersiz, ne yiyorsanız yiyin, hiç bir kısıtlama yok. Sadece yanınızda taşıyabileceğiniz küçüklükte bir not defteri ve kalem alın. Bir hafta boyunca saati saatine bütün gün ne yiyorsanız yazın. Her şeyi, içtiğiniz suyu veya yediğiniz tek bir şekeri bile yazın. Bir de yanına yerken başka ne yapıyor olduğunuzu yazın. Ayakta duruyorum, dizi syrediyorum, sohbet ediyorum, yemek yapıyorum... gibi. Yazmayı hatırlamak için elinizin üstüne bir işaret koyun, tükenmez kalemle bir kalp olabilir. Her an çok rahat görebileceğiniz bir işaret olsun ki sık sık yazmayı hatırlayın. Haftanın sonunda, hatta gün sonunda bile kendinize şaşıracaksınız.

Yapabileceğiniz diğer bir egzerside bir hafta boyunca yediklerinizin neden yapıldığını, içine neler konduğunu, size ulaşana kadar hangi aşamalardan geçtiğini araştırmak. Böylelikle tam olarak ağzınıza neler koyduğunuzun farkına varabilirsiniz.  Bunu farkettiğinizde de kendinizi bilinç seviyesinde kontrol etmeye başlarsınız. Sonuçta bile bile kendinize kötülük yapmak istemezsiniz, bedeninize bir çöp konteynırı gibi davranmaktan vazgeçersiniz.

Eğer bu egzersizleri zor ve sıkıcı bulduysanız size bir şey sormak isterim, hastalıkla ve fazla kilolarla uğraşmak daha mı kolay? Karar sizin.
 
Sevgiyle ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

6 Şubat 2012 Pazartesi

KABIZLIK YAPAN DUYGU ve DÜŞÜNCELER...


Kabızlık toplumumuzda oldukça yaygın bir sindirim sorunudur. Sürekli kulaktan kulağa tavsiyeler yayılır. Şu otu iç, bu hapı al, şunla bunu karıştır yemeklerden önce iç...vs gibi doğru yanlış pek çok sistem geliştirilmiştir. Yeni bir taktik denediğinizde başta işe yarasa da bir kaç hafta sonra yaramamaya başlar ve yeni bir formül peşinde koşarsınız. Hatta yıllarca kabızlığını sabah akşam konu etmiş insanlar vardır. O kadar rahatsızdır ki durumdan bütün hayatını etkilemeye başlamıştır. Yeme-içme düzeni, gezme düzeni gibi pek çok şey kabızlığa göre ayarlanmaktadır. Bu kişler çok haklıdır, gerçekten de insanın yediklerini sindirememesi ve gereksiz maddeleri dışarı atamaması sıkıntı veren bir durumdur. Ancak bütün gün kabızlıktan konuşmak, kabızlığa odaklanmaktır. Soruna odaklanarak çözüm bulamazsınız, ancak sorunu daha da büyütürsünüz. Çünkü odaklandığınız şeyi beslersiniz.
 

Değişik bir yol izlemek adına bir de  zihindeki, hangi düşünce ve duyguların kabızlık olarak kendini bedende gösterdiğine bakmak ister misiniz?  Eğer size uyuyorsa ilaçları, otları denemek yerine bu duygu ve düşünceleri değiştirmeyi denersiniz ve farklı bir sonuç alabilirsiniz.( Ya da hepsini bir arada denersiniz) Yaptığınız şey istediğiniz sonucu vermiyorsa değişik bir şey denemekte fayda vardır.
 

Yapılan araştırmalarda genelde aşağıdaki düşünce ve duyguların, kendilerini bedende kabızlık olarak gösterdiği tespit edilmiştir;
Kişinin kendisini çok sınırlı görmesi (işte ben bu kadarım, daha fazlası elimden gelmez).
Bir şeyi bırakırsam yerine yenisini koyamam (kişiyi mutsuz ettiği halde işinden, eşinden, eşyasından, parasından... vaz geçememesi)
Eski acıları sürekli zihinde yaşamak, canlandırmak.
Eskiden, geçmişten ayrılamamak.
Kendisine artık zarar veren, ona iyi gelemeyen birisini hayatından çıkarma cesaretini gösterememek.
Yeni bir şey denemekten, hayatına yeni bir şey girmesinden korkmak.
Sizin de zihninizde böyle düşünce ve inançlar olduğunu düşünüyorsanız hemen iş başına geçin. Evinizde yıllardır işe yaramayan birikmiş eşyalar varsa dağıtın, atın. Bitmiş ilişkileri yüreğinizden söküp atın. Size katkısı olmayan ilişkileri sonlandırın. Geçmişle vedalaşın, yeni okyanuslara yelken açın. Yeni bir şeyler deneyin, yüzünüzü geleceğe çevirin. Zihniniz ve yüreğiniz özgürleşirken bedeniniz de özgürleşecektir.
 

'' KIYIYI  GÖZDEN KAYBETMEYE CESARET EDEMEYEN İNSAN, YENİ OKYANUSLAR KEŞFEDEMEZ'' Adre Gide
 

Zihninizdeki  işe yaramayan duygu ve düşüncelerin gitmesine izin verdikçe, hayatınızda işinize yaramayan eşya ve kişilerin gitmelerine izin verdikçe bedeninizde buna uyum sağlayarak ihtiyacı olmayan atıkları daha kolay dışarıya bırakacaktır. Unutmayın ki bir şeyin yenisinin gelmesi için eskisinin giderek yeniye yer açması gerek. İşe yaramayan ne varsa '' GÖNDERİN GİTSİN''.
 

Sevgiyle ve sağlıkla ilerleyin...
 

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

www.arzubiyiklioglu.com

4 Şubat 2012 Cumartesi

FAZLA KİLOLU OLMANIN SAĞLADIĞI FAYDALAR


Uzun süredir kiloluysanız, kilolu olmanın ve fazla yemenin size sağladığı bir takım faydalar vardır. Şimdi size '' fazla kilolu olmak ve fazla yemek sana ne sağlıyor? '' diye bir soru sorsam, daha önce sorduğum pek çok kişi gibi sizde '' ne sağlayacak canım, hiç bir şey sağlamıyor'' diye cevap verebilirsiniz. Bu sizin bilinç seviyesinde verdiğiniz bir cevaptır. Eğer bir alışkanlıktan kurtulmak isteyipte kurtulamıyorsanız, muhakkak bilinçaltınızda size bir fayda sağladığına, onun sizin için iyi olduğuna, doğru olduğuna inanıyorsunuzdur.İlk başta bunu reddetmeniz çok normal. Kendi üzerinizde biraz daha özfarkındalık kazanıp, bilinçaltınızla iletişim kurduğunuzda farklı cevaplar mutlaka bulursunuz.
 
Gerçekten kilo vermek ve kalıcı olmasını istiyorsanız, zihninizdeki düşünce ve inançları değiştirmelisiniz. Ancak bu şekilde alışkanlıklarınızı ve dolyısıyla da yaşam tarzınızı değiştirebilirsiniz. Siz kilo verip, ince ve formda olmak isterken, bilinçaltınız da kilolu olmak; sizi cinsellikten koruyor ya da daha fazla ilgi görmenizi sağlıyorsa vb... bir türlü kilo veremezsiniz.
 
Fazla kilonun veya fazla yemenin kişiye sağladığı yararlar çok çeşitlidir. Bu faydayı kişi kendisi bilir, şu an cevap bilinç seviyenizde olmayabilir. Ancak dikkatinizi kendi içinize yöneltip, farkındalığınızı arttırarak bu faydayı bulabilirsiniz. En çok rastlanan faydalardan bir kaç örnek verecek olursak;
  • Sizi bir şeylerden koruyor olabilir ( ilişkilerden, cinsellikten, karşı cinsten, çalışmaktan...)
  • Stres ve skıntı atma yöntemi olarak rahatlama sağlıyabilir.
  • Sizi zengin veya güçlü gösteriyor olabilir.
  • Dikkat çekmenizi veya görünmez olmanızı sağlıyor olabilir.
  • Bazı kusurlarınızı örtüyor olabilir.
  • Büyüdüğünüzü ispatlıyor olabilir.
  • Sizi uyuşturarak acı duymanızı engelliyor olabilir.
  • İntikam alıyor olabilirsiniz.
  • Anne rolüyle daha çok uyum sağlıyor, daha anaç gözüküyor olabilirsiniz.
  • Duygusal ya da yaşam amacı eksikliklerini dolduruyor olabilirsiniz.
  • Hastalıklardan korunuyor, daha sağlıklı oluyorsunuz sanabilirsiniz.
  • İstemediğiniz her hangi bir şeyden sizi uzak tutuyor olabilir.
Eğer ciddi anlamda kilo verip forma girmek istiyorsanız, başlayıp başlayıp geri dönmemek için kilolu olmanın, fazla yemenin size sağladığı faydayı bulmalısınız. Aksi takdirde kazanan hep bilinçaltınız olacaktır. Bir yoyo topu gibi hep hedefinize ulaşmak üzereyken aynı noktaya geri gelirsiniz. Belli bir zaman sonrada, bu git-gellerden sıkılıp, başarmaya karşı  güveniniz sarsılır ve tamamen vaz geçersiniz.
 
Unutmayın ki aklınızdakiler değiştikçe, bedeniniz de değişecektir. Zihin ve beden birbirinin aynasıdır. Sağlıklı yaşam herkesin hakkıdır ve siz bunu hak ediyorsunuz...
Sevgi ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu
www.arzubiyiklioglu.com

30 Ocak 2012 Pazartesi

DEPRESYONA ÇEYREK VAR...






Bugün çok sayıda insan depresyon, hatta kronik depresyon sıkıntısıyla karşı karşıyadır. Kendinizi gerçekten depresyonun içinde bulduğunuzda, ondan kurtulmak çok zordur. Kendinizi öyle umutsuz hissedersiniz ki, herhangi bir şey yapmak çok zor gelir. Profesyonel destekleri bile rededersiniz.

Ani, şok bir durum geçirerek depresyona girilmesi dışındaki depresyonlar, zaman içinde yavaş yavaş oluşur ve ufak tefek rahatsızlıklarla sinyaller  verir. Bu sinyalleri farkederseniz depresyondan önce son çıkış olan '' depresyona çeyrek var ! ''  sapağından döner kendinizi toparlarsınız. Bu sinyallerden bazıları; hareketsizlik, vücutta beliren küçük rahatsızlıklar, tatlıya karşı artan ilgi, sabah yataktan isteksiz kalkmak, günün çoğunu mutsuz geçirmek yeni bir şey yapmaya ya da denemeye karşı kapalı olmak, sık sık olumsuz konuşmalar yapmak ... gibi, günlük yaşam kalitesini düşüren durumlardır.
 
Zihinde sık sık olumsuz düşüncelerin dolaşması, şüphe, suçluluk, bastırılmış öfke, korku gibi  duyguların vücuda fazla akması kişiyi mutsuzluğa sürükler. Bu süreci siz başlatırsınız ve siz böyle düşünmeye, böyle hissetmeye devam ettikçe akış otomatiğe bağlanır. Yani kumandayı bilinçaltına teslimedersiniz. Çünkü düzenli olarak tekrarlanan düşünce veya davranış, belli bir zaman sonra alışkanlığa dönüşür. Sizi üzen, size acı veren veya korkutan düşüncelerin alışkanlığa dönüşmesi demek, siz onları çağırmadan da aklınıza gelmeleri demektir. Olumsuz duygu ve düşüncelerin sizi kontrol etmeye başlaması, zihinsel sağlık dengenizi bozar. İstem dışı olarak da birden bire kendinizi olumsuz, mutsuz bir ruh hali içinde bulursunuz.
 
Herkesin başına kötü olaylar gelmektedir. Herkesin üzüldüğü, kızdığı durumlar vardır. Ancak önemli olan kötü dediğimiz olaydan bir şeyler öğrenebilmek ve içine girdiğimiz olumsuz zihin ve ruh halinden bir an önce çıkabilmektir. Hoşunuza gitmeyen bir durum karşısında bir saat üzülmeyide seçebilirsiniz, bir hafta üzülmeyi de seçebilirsiniz. Bu size kalmıştır.

Belki bazıları için buna inanmak çok zor olabilir ama İsterseniz duygularınızı  ve düşüncelerinizi gerçekten de kontrol altına alabilirsiniz. Aksi takdirde olayların, durumların ya da başka kişilerin, sizin duygularınızı kontrol edebilme gücüne sahip olduğuna inanıyorsunuzdur. Buna inanmanız kurban rolünü seçtiğiniz anlamına gelir. İşte ozaman depresyona çeyrek var sapağını kaçırma olasılığınız çok yüksektir. Bir anda kendinizi depresyonu içinde buluverirsiniz hatta çoğu kişi bunun farkında bile varmaz. Maalesef pek çok ergen bu yoldan geçmektedir ve ebeveynler çocukları depresyona girdikten sonra durumu farkederek çareler armaya başlamaktadır. Oysa sinyalleri doğru değerlendirilirse depresyon engellenebilir.
 
Zihninizi sağlıklı düşünce ve duygularla besleyerek ruhsal sağlığınızı dengelersiniz.  Sizi mutsuz eden düşünce ve duyguların aklınızda düzenli olarak, sık sık dolaşmasına izin vermeyin. Özfarkındalık kazanarak kişi ve olayların sizi yönetmesine izin vermeyin. Güç kaynağının sizin içinizde olduğunu bilin. Kendinizi olumsuz şeyler düşünürken yakaladığınızda hemen fiziksel durumunuzu değiştirin. O an neyapıyorsanız bırakın ve başka bir şey yapın. Neşeli bir müzik ya da klasik müzik dinleyin, çocuğunuzun boyalarıyla boyama yapın, duşa girin, ip atlayın, ayakkabılarınızı temizleyin... 

Genellikle yapmadığınız ya da hiç yapmadığınız bir şeyler yapın. Beyninizi şaşırtın, size iyi gelecektir :)
 
Unutmayın ki bizi biz yapan alışkanlıklarımızdır. Dolayısıyla kendimizi iyi hissedeceğimiz alışkanlıklar seçmemizde fayda var . Sinyalleri fark edin ve farklı bir şeyler yapın :)
 
Sevgiyle ve sağlıkla ilerleyein...
 
Arzu Bıyıklıoğlu
NLP uzmanı ve Yaşam Koçu
www.arzubiyiklioglu.com

26 Ocak 2012 Perşembe

ACABA GERÇEKTEN KİLO VERMEK İSTİYOR MUSUNUZ ?


Uzun süredir kilo problemine sahipseniz ve mazeretleri geçip bir türlü zayıflama programına başlayamıyorsanız,
 
Ya da zayıflama programına başlayor ancak en ufak bir engele takıldığınızda hemen demorilize olup  vazgeçiyorsanız bilinçaltınız GERÇEKTEN KİLO VERMEK İSTEMİYOR olabilir.
Hiç düşündünüz mü neden kilo verip, forma girmek istiyorsunuz? Bunu başarmak için  GÜÇLÜ sizi MOTİVE eden bir sebebiniz var mı? Mutlaka kilo vermek size pek çok avantaj getirecektir ancak sizi kamçılayan ya da düşündüğünüzde deli gibi heyecanlandıran bir sebebiniz var mı?
 
Bazılarınız '' Saçma, ben gerçekten de kilo vermek istiyorum, güçlü beni motive eden sebeplerim de var ama olmuyor'' diyebilir. Haklısınız, siz kilo vermek isteyebilirsiniz ama bilinçaltınız vermek istemiyor olabilir. Bu yüzden başlasanız bile hep yoldan geri dönersiniz.
 
Şimdi'' ben gerçekten kilo vermek istiyorum'' diyenlerin kendilerini doğrulamaları için küçük bir test yapalım. ( lütfen bu egzersizi iş yerinde yapmayın :)
Ayağa kalkın, tek ayağınızın üzernde durun ve '' benim adım .....'' diyerek bağırın. Bunu yaparken, sesinizin tonuna, duruştaki dengenize, sesinizin boğazınızdan mı, göğsünüzden mi geldiğine dikkat edin.
 
Şimdi tekrar tek ayağınızın üstünde durun ve '' ben gerçekten de zayıflamak istiyorum '' diye bağırın. Denge durumunuzu, sesinizin tonunu, bozınızdan mı, göğsünüzden mi geldiğini tanımlayın. İsminizi bağırırken ki ddurumunuzla kıyaslayın. Aynı bedensel dengede ve titreşimde miydiniz farklı mı?
Net anlayamadıysanız egzersizi bir kaç kez tekrarlayın. İkisi arasında hiç bir fark yoksa kilo verme programına başlamaya hazırsınızdır. Zihninizi diğer adımlarda desteklemelisinizdir. 

Eğer adınızı bağırarak söylediğiniz zamanki denge ve titreşimi yakalayamadıysanız, bilinçaltınızda da istek yaratmalı ve kendiniz için gerçekten güçlü bir motivasyon kaynağı bulmalısınız. Hemen bir kağıt kalem alıp neden kilo vermek istiyorsunuz, tüm detaylarıyla tek tek yazın. Acele etmeyin, en az ON sebep yazın ve sonra bunlardan hangisi bugün hayatınızda olmuş olsa sizi en çok heyecanlandırırdı onu tespit edin.
 
Bu arada, kilo sorununuz var ve bu testi yapmayı aklınızdan bile geçirmediyseniz emin olun ki bilinçaltınızda kuvvetli bir direnç var. Başarıyı elde etmenin anahtarlarından biri hedefin arzulanır olmasıdır. Gerçekten arzu etmediğiniz, heyecan duymadığınız bir şey için yol almazsınız. Herkesin farklı sebepleri, farklı motivasyonları olabilir. Ancak herkesin ortak bir sebebi de vardır. '' Kendine değer vermek''.Bedenlerimize, sağlığımıza sahip çıkmak kendimize verdiğimiz değeri arttırdığımızın göstergesidir. 

Sağlıklı ve kaliteli yaşamak herkesin hakkı ve bu hakkı ancak kişi kendine verebilir. Siz bunu hak ediyorsunuz.
Bir sonraki zihnin kilo verme üzerindeki etkileriyle ilgili yazımda buluşmak üzere.
Sevgiyle ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu
www.arzubiyiklioglu.com

22 Ocak 2012 Pazar

ZAYIFLAMAK İÇİN ZİHNİNİZİ (AKLINIZI) KULLANIN...


Kilo vermek isteyenlerin çoğu, yıllarca hapları, otları, çeşit çeşit diyetleri, korseleri, kremleri...hatta bıçak altına yatmayı bile denemiştir. Bu yöntemlerle kilo verme oranı çok düşüktür. Kiloyu verdikten sonra koruyanların oranı ise çok daha düşüktür.
 
Yanlış anlaşılmasın ben bu yöntemlerin kilo verdirmeyeceğini söylemiyorum, ancak kişi öncelikle zihninde zayıflamayı başaramamışsa hangi yöntemi denerse denesin zayıflayamaz, zayıflasa da kalıcı olmaz. Kalıcı zayıflamak; yaşam tarzınızı değiştirmek demektir. Zihinde zayıflamak; kendini ince görebilmek (zihin gözüyle) ve bunun olacağına inanmak demektir. Bedene yansıyan olumsuz düşüüce ve duyguları değiştirmek demektir.
 
Hep düşlediğiniz o ideal kilonuza ulaşmak ve bunu bir yaşam tarzı haline getirmek için düşüncelerinizi, inançlarınızı değitirmelisiniz. Düşüncelerinizi değiştirdiğiniz de bedeniniz de değişecaktir. Yapmanız gereken bilinçaltında sizi otamatik olarak yöneten düşüncelerin farkına varmak ve bunları değiştirmektir.
 
Kendinizi yenilemek için ihtiyacınız olan güç içinizdedir. Neyi başarmak isterseniz isteyin önce onu içselleştirmeniz, zihninizde onunla bütünleşmeniz gerekir.
 
Kilo konusunda; söylediklerinizi, işkence gibi diyetleri, sevmediğiniz sporları, ilaçları, menapozu, aile genetiğini... bildiğiniz tüm bahaneleri unutun. Sadece neye inanmaya, neyi düşünmeye ihtiyacınız var onu düşünün. Yememeniz gereken pastayı düşünerek, aç kalmayı düşünerek ya da ilaçların size kilo aldırdığına inanarak zayıflayamazsınız.
 
Kilo vermek için önce kendi üzerinizde farkındalık kazanmalısınız. Kiloyla ilgili, yamekle ilgili düşünceleriniz, alışkanlıklarınız, inançlarınız neler? Zayıflamayla ilgili gizli korkularınız neler? Kendinizi nasıl sabote ediyorsunuz?.. gibi pek çok konu üzerinde farkındalık kazanarak ihtiyacınız olan yeni düşünce ve alışkanlıklarla yer değiştirebilirsiniz. Ancak zihninizi yeniden programlayarak sizi forma sokacak ve formda tutacak yeni bir yaşam tarzını benimseyebilirsiniz.
 
Yazılarımda sık sık kiloyla ilgili, düşünce ve alışkanlıklarınız üzerinde farkındalık kazanabileceğiniz konulara ve kendi kendinize uygulama yapabileceğiniz NLP tekniklerine yer vereceğim. Tabiiki her zaman söylediğim gibi'' sadece okuyucu değil aynı zamanda uygulayıcı olursak bilgi işe yarar.''
 
Sevgiyle ve sağlıkla ilerleyin...

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu
www.arzubiyiklioglu.com

18 Ocak 2012 Çarşamba

BAŞARILI İLİŞKİLER KURMANIN YOLLARI


Başkalarıyla iyi ilişki kurmanın ilk kuralı, kişinin kendisiyle iyi bir ilişki içinde olmasıdır. Kendinizle ne kadar barışıksanız, başkalarıyla da o kadar iyi ilişkiler kurarsınız.

Kendinizle olan bedensel- zihinsel ve duygusal ilişkinizi iyileştirmenin yolu,  beğenmediğiniz yanlarınızdan kurtulmak değil, onları kabul edip, daha iyi hale dönüştürmektir.  Kendinizle iyi ilişki içinde olduğunuzun kanıtı da, sizin ne kadar tutarlı davrandığınız ve kendinize karşı ne kadar saygı duyduğumuzdur.
 
Düşünce tarzınız ve yaptıklarınız, ilişki şeklinizi belirler. İyi bir ilişki kurmanın ikinci  yolu, diğer kişiyle uyum içinde olmak, karşılıklı etkileşime açık olmaktır. Etkileşime açık insanlar karşısındakine de saygı duyarlar. Uyum içinde olmak diğer tarafın fikirlerini kabul etmek değildir, onun yerine de, onun koşullarında olarak onu anlamaktır. Bu da size bir şey kaybettirmez, sadece daha iyi ilişki kurmanızı sağlar. Çünkü böylelikle karşınızdaki insanın kim olduğunu ve ne hissettiklerini anlarsınız. Dünyaya onların gözüyle bakarak empati yaparsınız. Siz bunu yaptığınızda karşınızdaki birey rahatlar ve size karşı o da uyumlu olmaya başlar.
 
İyi ilişki kurmanın diğer bir yoluda karşılıklı olarak güven ortamının oluşmasıdır. Güven  soyut bir kavramdır. Güven olmadan birlikte yaşamak, yol gitmek çok zordur. Güven, karşınızdakine sunduğunuz bir hediye gibidir. Birisinin güçlü olduğuna , güçlü olacağına inandığımız zaman güvenirsiniz. Güvenilmek herkesin hoşuna gider. Ancak size güvenilmesi için, öncelikle sizin kendinize güveniyor olmanız çok önemlidir. İyi kurulmuş ilşkilerde tek taraflı güven yeterli olmaz.
 
Uyum çok kısa zamanda sağlanabilirken güven daha uzun süreçte sağlanır. Tabii güven sınırı ki, bu kişiden kişiye değişiklik gösterir. Eğer güven kriteriniz çok düşükse hemen güvenebilirsiniz, karşı tarafınki yüksekse ondan aynı kolay güveni göremezsiniz. Güven eşiği çok düşük olanlar çok sık hayal kırıklığına uğrayabilirler, çok yüksek olanlarsa güvenilir ilişki kurma zorluğu çekerler.
 
Karşılıklı güvene dayalı bir ilişki, olabilecek en tatmin edici ilişkilerden biridir. Kişisel ilişkiler kurarken yapacağınız en zor seçimlerden biri kime güveneceğinizdir. Kendinize olan güveniniz ne kadar yüksekse ( sır tutma, sözü yerine getirme, karşı tarafa duyulan saygı...) kendinize de genelde o yapıda insanları çekeceksinizdir. Sonuçta dünyanızda olmasını istediğiniz diğer oluşumlar gibi, iyi ilişkiler kurma isteğinizi de gerçekleştirecek olan şey, öncelikle kendi üzerinizde çalışmanızdır.  Kendinizle daha iyi ilişki kurduğunuzda tüm dünyayla olan ilişkiniz güzelleşecektir.

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu
www.arzubiyiklioglu.com

15 Ocak 2012 Pazar

DENGELİ YAŞAMDA HOBİNİN YERİ


Pek çok kişi yetişkin yaşlara geldiğinde, hayatlarında bir eksiklik,bir dengesizlik olduğunu farkederler. Olgun yaşlara geldiklerinde ise, yeni yeni bu dengesizliğin ne olduğunu keşfetmeye başlarlar. Hayatlarının belli alanlarında yüksek derecede başarı yakalamış olsalar bile bütünü yakalayamamışlardır. Bunun sebebi de bütünsellik için ihtiyaç duyulan yaşam alanlarında eşit derecede aktif olamamalarıdır.
 
Nedir bu aktif olunması gereken alanlar ? Kariyer,para,aile,sağlık,spor,sosyal çevre,kişsel gelişm, hobi. Bireyin dengeli bütünsel bir yaşam sürebilmesi için bu alanlarda en azından ortalama bir eşitlik yakalamış olması gerekir. Kişi diğer alanları gözden kaçırarak veya önemsemeyerek sadece bir iki alnda yüksek tatmin yaşamaya çalışırsa uzun dönemde bunun sıkıntısını çeker. Yeteri derecede aktif olmadığı alanların ,zihininde ve bedeninde yarattığı tahribat zamanla başarılı olduğu alanı da olumsuz yönde etkilemeye başlar.
 
Günümüzde en çok rastlanan örnek,bireyin iş ve para alanlarında çok vakit harcayıp,bu alanlarda yüksek tatmin sağlama çabasıyla sağlık ve hobi alanlarını ihmal etmesidir. Oysa zayıf kalan bu alanlar, ileriki dönemlerde kişinin zihinsel ve bedensel sağlığını tehdit ederek iş başarısını da düşürecektir. Kişide stres ve öfke kontrolü zorlaşacak, beyin tek yönlü kullanıldığı için tıkanıklıklar ve dengesizlikler oluşacaktır. Bozulan yaşam dengesi kişinin yaşam kalitesini düşürecektir. Daha fazla stres,mutsuzluk,duygusal dalgalanmalar,yaratıcılıkta ve çözüm üretmekte kişiyi zorlayacaktır.
 
Ülkemizde yakın bir geçmişe kadar hobi, emekli ya da boş vakti çok olanların meşkalesi olarak görülmekteydi. Günümüzde bu görüş açısı yeteri kadar olmasa da değişmeye başladı. Sanatsal değer taşıyan hobilerin sağ beyni etkin kullanarak duygusal zekayı geliştiren,kişiyi stresten arıtan,pozitif duygular oluşturan,odaklanma ve konsantrasyon arttıran pek çok önemli etkisi olduğu bilim adamları tarafından kanıtlanmıştır. Hobi çoğu zaman bir meditasyondur, kendi başına kalmaktır, yaratmaktır, kişinin ruhunu okşaması ve çok daha fazlasıdır.
 
Çocukluk yaşlarda sanatsal hobi alışkanlığı edinmiş kişilerin okul,iş,ve sosyal yaşamlarındaki başarıları,sorunlarla başediş becerileri, diğerlerine oranla çok daha yüksek olduğu da deneylerle onaylanmıştır. Örneğin aynı lQ seviyesine sahip çocuklar arasında yapılan  deneylerde, aynı zamanda bir müzik aleti de çalabilenlerin, matematikte daha başarılı oldukları gözlemlenmiştir.
Sınavlara hazırlanan çocuklarımızın herşeyden elini eteğini çekerek,sadece bütün vakitlerini ders çalışmaya harcamaları ne kadar doğrudur? Anne-Babaların bunu bir kez daha düşünmesini isterim. 

Bugün beyinlerinin sol lobunu yoğun bir şekilde kullanıp, sağ lobu yeteri yeteri kadar kullanmayan gençlerin ileriki dönemlerde daha fazla zorlanacakları aşikardır. ( Şuan pek çok yetişkinin zorlandığı gibi).Beynin kullanım kapasitesini ancak çift yönlü aktif kullanımla arttımanın mümkün olduğu bilinirken, tek yönlü yoğun bir çalışma yapmak sadece öğrencinin yükünü arttıracaktır.
 
Ne yaparsak yapalım hepimizin amcı kendimiz ve çocuklarımız için kaliteli bir yaşam kurmak. Bu da yaşamımızın  ana alanlarında dengeyi kurmakla mümkün.İş, para, sağlık, eş, aile, kişisel gelişim ve hobi bir şekilde hayatımızda bizi tatmin edecek seviyede olmalı. En başta da bedenimizdeki ve zihnimizdeki dengeyi yakalamalıyız.
 
Kaliteli ve dengeli yaşam hepimizin hakkı...

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu
www.arzubiyiklioglu.com