30 Kasım 2011 Çarşamba

BEYNİMİZİ TANIYALIM...



Beynimiz mükemmel yapısıyla bilim adamlarını hala hayretler içinde bırakacak kadar kompleks bir yapıya sahipken biz sahip olduğumuz gücün ne kadarının farkındayız acaba ?

Yapılan araştırmalarda beyne benzer bir makinanın yapılması için en az 300 trilyon dolara ve 1 trilyon wattlık elektirik enerjisine ihtiyaç olduğu tespit edilmiş. İçinde bulunduğumuz teknoloji çağının hiç bir ürünü insan beyninin potansiyel gücüne yaklaşamıyor bile.  Dünyanın en hızlı bilgisayarı 7 ton ağırlığındaki  ” Creyy”  bilgisayarı bile saniyede 1 milyar hızla işlem yaparken bizim 1 buçuk kilo ağırlığındaki beynimiz saniyede 1 katrilyon hızla işlem yapmaktadır.  Teorik olarak bir beynin içinde bir İstanbul kurmaya yetecek potansiyelde atom enerjisi vardır.

Beynimizin bir gramında dünyadaki tüm telekomünikasyon sisteminden daha fazla bağlantı vardır ( dr.prof.Rassell).  Ayaklarımızdan gelen bir uyarının beyne ulaşması saniyenin yüzde birinde gerçekleşir.

Beyin bilinçli ya da bilinçsiz vücudun bütün hareketlerini kontrol eden denetim merkezidir.  Duygu, bellek, düşünce ve konuşmadan sorumludur.  Bilinçdışı olarak adlandırılan sağ beyin, ana rahminden ölene kadar bütün anıları depolar, hiç bir bilgiyi silmez.  Bünyesinde mükemmel bir sağlık planı barındırır. Tüm sağlık çözümlerini bilir. Kişiyi koruma amaçlı semptomlar yaratır. Olaylar ve duygular arasında bağlantı kurar.  Hayal ve gerçeği birbirinden ayırmaz. Kabul ettiği her fikri gerçekleştirme eğilimindedir. Bilgiden çok hayal gücüne önem verir . Emirlere uymayı sever, sık tekrarlana davranış ve düşünceleri otomatiğe bağlar. İnandığımız herşeyi bir emir olarak kabul edip tüm hücrelerede bu mesajı taşıyarak onu gerçekleştirmek için çalışır. Ve gerçekleştirir de,  bu yüzden içinizdeki gücün farkına varın! Neye inandığınıza , neyi en çok düşündüğünüze ve neyi en çok tekrarladığınıza dikkat edin.  Çünkü içinizde evrenin en büyük gücü ( yaratandan sonra) size her saniye hizmet etmek için bekliyor. Yanlış mesajlar yanlış sonuçlar doğurur, bilinç altınıza farkında olarak gerçekten istediğiniz mesajları yollayın. Bilinçalı doğru-yanlış, iyi-kötü , olumlu-olumsuz bilmez.  Siz ona ne iletirseniz , bilinçaltı onu iyi bilir ve gerçekleştirmek için çalışır.

Siz bilinçaltınıza ne mesajlar yolluyorsunuz ?  Farkında mısınız ?
Sevgiyle Kalın.

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu
www.arzubiyiklioglu.com

26 Kasım 2011 Cumartesi

Başımızın Tacı Tatlılar



Çikolata, şekerleme, pasta, hamur tatlısı her ne geliyorsa aklınıza…
 
Baş tacımız olmuş, tepemize koymuşuz bir kere, kontrol dışı her yerdeler. Neden bu kadar  vazgeçilmezler, neden her yerdeler? Çünkü beynimizde anlamı da çok bağlantısı da.

Çocukluğumuzdan bu yana pek çok duyguyla eşleştirmişiz tatlıları.Hadi biraz çocukluğumuza dönelim. Mutlu günlerimizi hatırlayalım, doğum günleri, yıl başları, bayramlar, aybaşları, düğünler vs. hep tatlıyla kutlandı. Tatlıyla mutluluk birleşti zihnimizde. Annemiz kendi elleriyle tatlılar yaptı bize anne sevgisiyle birleşti, öğretmenimiz, babamız, komşumuz bir şey başardığımızda çikolatayla ödüllendirdi bizi,ödülle birleşti tatlı. Her yemekten sonra bir tatlı geldi sofraya yemekle birleşti tatlı. Her misafir geldiğinde tatlı bir şeyler ikram edildi, dostluklarla birleşti tatlı. Her süprizin altından çıktı tatlı, süprizle birleşti… Kim bilir sizin aklınızda daha neler vardır benim hatırlayamadığım.

Beynimiz çocukluğumuzdan beri tekrarlarla, eşleşmelerle kayıt tutuyor, özellikle de bilinç seviyesinin açık olmadığı sadece bilinçaltının işledği 0_6 yaş arasında. Sorgusuz sualsiz, tekrarları alışkanlık olarak kaydediyor beynimiz, bütün bağlantılarıyla  beraber.Tatlı da ne zaman, nerde, neden, neyle yenilir öğreniyor. Hangi duygu yoğunluğuyla eşleşiyortanıyor. İşte bugün bu yüzden  mutsuz olduğumuzda mutluluğa ulaşmak için tatlı yemek istiyoruz, başarımızı kutlamak için veya başarısızlığı kapatmak için de tatlı yeme ihtiyacı duyuyoruz.  

Annemizi özlediğimizde ya da bizim için özel bir gün olduğunu düşündüğümüzde yine canımız tatlı çekiyor. Arkadaşlarımıza giderken bu yüzden otomatik olarak tatlıcıya uğruyoruz. Yemek yediğimizde tatlıyla bitmemişse yemek, bir türlü doymuş hissetmiyoruz kendimizi… Beynimiz biz farkında olsak da olmasakda herşeyi dün gibi hatırlıyor ve öğrendikerini uygulamak istiyor. Artık tatlı yeme alışkanlığı bizi bilinçdışında kontrol ediyor.
Şimdi durum daha da vahim. Eskiden bu kadar çok tatlı seçeneği yoktu. Bu kadar kolay ve ucuz yollu abur_cubura ulaşılamazdı. Şimdi 50 kuruşa kendinizi de çocuğunuzu da zehirleyebilirsiniz. Marketler hiçbir besin değeri olmayan, kimyasal ve katkı maddesi dolu janjanlı paketlerle dolu. Bırakın çocukları bizim bile sırf paketi yüzünden alasımız geliyor. Bunların satılmasını engelleyemeyiz ama biz acaba çocuklarımızın beynine ne gibi tatlı bağlantıları ypıyoruz bunun farkına varabiliriz.

Parka giderken çantamızda acil ihtiyaç için neler koyuyoruz? Yedek kıyafet ve mendilin yanında bir paket tatlı birşeyler mi var? Ödevini yapan ya da uslu duran çocuğumuzu tatlıyla mı ödüllendiriyoruz? Tatlıyı yemek yedirtmek için bir araç olarak mı kullanıyoruz?  Bir süpriz sözü verdiğimizde altından hep tatlı mı çıkıyor? Arkadaşlarını evde ağırlarken tabakları tatlı şeylerle doldurup bir de yedikleri için alkış mı tutuyoruz? Neler öğretiyoruz acaba çocuklarımıza, gelecekte sağlıklarını tehlikeye sokacak ne tip alışkanlıklar kazanmalarını sağlıyoruz? 

Farkında mıyız neler öğretiyoruz onlara?

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

22 Kasım 2011 Salı

AYNA NÖRONLAR

Parma Üniversitesi nörologları; Giacomo Rizzolatti öncülüğünde 1990 yılında ilginç bir fenomen gözlemlediler. Nörologlar, beynin bazı bölgelerinin motorik hareket akışına ait anıları kaydederek bunları tekrarlayabildiğini keşfetti. Hem de bu hareketleri yapan kendisi olmadığı halde. Bu beyin hücrelerinin faaliyete geçmesi için sadece bir işin yapılışını izlemek yetiyor. Yani beynimiz belli hareket süreçlerine ait anıları kaydediyor. 

Bunları gerçekleştiren biz olmasak bile.
Bu şaşırtıcı durum, beynimizde bulunan bir grup nöronun sayesinde gerçekleşiyor. Bunları “ayna nöronları” olarak adlandırıyoruz. 

Bu nöronlar iki durumda , 
1. kendimiz ip üzerinde yürüme gibi alışık olmadığımız eylemleri gerçekleştirirken; 
2. çok ilginçtir ki, ip üzerinde yürüyen ya da alışılmamış başka bir şey yapan birini izlediğimiz zaman faaliyete geçer. Demek ki ayna nöronları bize, başkalarında gözlemlediğimiz eylemleri kavrama becerisi sağlıyor.

Bu bilgi tıp alanında çok başarılı bir şekilde kullanılmaktadır. Mesela felç hastalarına musluk açmak gibi günlük işlerin yapıldığı filmler izletilerek, onların bu eylemleri tekrar kendi başlarına yapabilmeleri sağlanıyor.

Eğer bir konuda kabiliyetimizi geliştirmek istiyorsak, yapmamız gereken tek şey başkalarının bu konudaki becerilerini dikkatle izleyerek, edindiğimiz bilgileri kendi tecrübe dünyamıza aktarmaktır. 

Tabi ki bu ilerlemeler eyleme dönüştürülmelidir. Ayna nöronlarının attığı ilk adımı atmaktır.
(Rezonans Kanunları adlı kitaptan alınmıştır)

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu
www.arzubiyiklioglu.com

21 Kasım 2011 Pazartesi

NLP İLE DÖRDÜNCÜ BAKIŞ AÇISI


Olayların değeri ve anlamı kişinin kendi bakış açısıyla şekillenir. Aynı olayın iyi veye kötü olduğu, doğru veya yanlış olduğu, güzel veya çirkin olduğu, kişinin kendi filitrelediği bakış açısıyla anlam bulur. Tıpkı aynı resme ya da heykele bakıp, farklı yorumlar getirdiğimiz gibi. Tek bir görüş açısı, tek bir boyuttur ve nesnenin (olayın) tamamını yansıtmaz, eksik bir resimdir. Bu sebepten dolayıda bizi sınırlı düşünmeye ve sınırlı davranmaya iter. Hiç bir durumda doğru bir perspektif yoktur, bir çok bakış açısını değerlendirmek durumu (nesneyi) daha kapsamlı kavramamıza yardımcı olur. 

NLP 'de kişilerin farklı bakış açılarına erişebilmesini sağlayan teknikler, kişinin yaşamı algılayışını değiştirerek yaşam kalitesini arttırmasını destekler. NLP birinci bakış açısından başlayarak, dördüncü boyut bakış açısına kadar ulaşılmasını sağlayarak kişinin duruma karşı olan duygu ve düşüncelerinin değişebileceğini, çok daha objektif olabileceğini gösterir.

Kendi bakış açımız önemlidir. Çünkü kendi gerçekliğimizdir. Kişisel hakimiyetimiz için, etkili bir model olabilmemiz, kendimizi ifade edebilmemiz için önemlidir. Ancak sadece kendi bakış açımızla yola çıkmak her zaman istenen sonuçları vermez. Özelliklede ilişkilerle ilgili konularda. Bu durumlarda NLP'nin diğer bakış açılarından yararlanmak bize iyi gelir.

İkinci boyutta bakmak, diğerlerinin gözüyle görebilmektir. Onların düşündüğü gibi, onların hissettiği gibi hissedebilmektir. NLP' de İkinci boyuttan bakabilmek bize karşımızdakini anlamayı ve birinci boyuttaki kendi bakış açımızı değerlendirmemizi sağlar. Nlp karşımızdakinin gözleriyle duruma baka bileceğimizi, kendimizi karşıdan görebileceğimizi  ve bunu zihnimizin içinde yapabileceğimizi söyler.

Üçüncü boyuttan bakabilmek ise her iki boyutuda objektif olarak değerlendirmemizi sağlar. Kendimizle beraber diğer kişiyi veya durumu tamamen başka birisi olarak karşıdan seyretmemizi sağlar. Böylelikle kendimizin ve diğer kişilerin duygularını hissetmeden çok daha objektif bakabiliriz.İşte tam da bu noktada kendimize dönerek, ilk düşünme şeklimizi ( birinci boyuttaki bakış açımızı)  değiştirerek,bize daha sağlıklı dördüncü boyutta bir bakış açısı oluşturmamıza imkan verir. Buna bir nevi bakış açısı dönüşümü de diyebiliriz. Bazen bunu farkında olmadan yaşadığımız süreçte deneyimleyerek çok uzun bir zamanda zaten gerçekleştiririz. Birisiyle bir konuda fikir eyrılığına düşmüş uzun zaman birbirinizi anlamadan direnç göstermişsinizdir. Daha sonra yaşadığınız bazı deneyimler sonucunda aslında karşı tarafında haklı olabileceği kanısına varmışsınızdır. Ve İkinizinde ihtiyacını karşılayacak bir şekilde kendiniz yeni bir fikir içinde bulmuşsunuzdur. Hiç te eskiden düşündüğünüz gibi düşünmüyor, o kişiyle savaşmıyorsunuzdur. Ancak bu noktaya ulaşmak sizin haftalarınız, aylarınızı hatta yıllarınızı almış bile olabilir. NLP'de bu süreci zihinsel olarak yaşayarak hızlandırmanız mümkün. 

Hemen şimdi deneyebilir, sonuçlarını arzu ederseniz benimle paylaşabilirsiniz. 

Denemeye değer... Çünkü siz değerlisiniz...

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu

17 Kasım 2011 Perşembe

AİLE İÇİ İLETİŞİM


 Aile yaşamı, bize ilk duygusal dersleri veren okuldur. Kendimizi nasıl göreceğimizi, başkalarının bizim isteklerimize ne şekilde tepki verebileceklerini, umutları, korkuları nasıl anlayıp ifade edebileceğimizi öğreniriz. Kendi değerimizi veya değersizliğimizi, hayata karşı olan güvenimizi veya güvensizliğimizi çok küçük yaşlarda aile içindeki iletişimden aldığımız derslerle oluştururuz.

Günümüzde pek çok aile çocukları ergen yaşa geldiklerinde aralarında bir iletişim eksikliği olduğunu farkederler. Ancak çoğu aile bunun çocuktan ya da dış faktörlerden kaynaklandığını düşünerek çözümü yanlış yerde arar. Oysa iletişim kurma şeklini ya da kuramamayı bebek yaştan itibaren aile öğretmiştir. Çocuklar da bu davranışın geri bildirimini büyüdükçe aileye vermektedir. Örneğin eleştirinin bir iletişim şekli olduğu ailede çocuklar suçlamayı, utandırılan ve yargılanan çocuklarda kendilerini suçlamayı öğrenirler. Olumlu davranışların dile getirildiği ailelerde ise çocuklar takdir etmeyi öğrenirler.

Evin dışında ne olursa olsun, okul, tv programları, arkadaşlar, bir Anne-Babanın sürekli ve tutarlı bir şekilde kullandığı nazik sözler ve diğer iletişim şekillerinin önüne geçemez. Ancak ailede zayıf, yetersiz , olumsuz bir iletişim varsa dış faktörler tabii ki öncelik kazanacaktır. Zaten aile de böyle bir durumu çok geç farkedecektir.

Günümüzde çok sık rastlanan bir örnek, anne-babanın yoğun iş hayatı veya stresli dönemlerinden dolayı, başta çocuğun bilgisayarla vakit geçirmesi ebeveyn tarafından bir avantaj olarak görülürken uzun vadede bilgisayar bağımlısı içine kapanık bir çocuk yaratılabilinmektedir. Olması gereken aile içi iletişimin yerini bilgisayar, zararlı alışkanlıkları olan bir arkadaş, öfke veya uyuşturucu alabilmektedir.
Çocuk ve aile arasında üç yönlü bir iletişim vardır.Duygusal, sözsel ve dokunsal iletişim. Bebek doğduğu andan itibaren bu üç iletişim şekline de açıktır. Özellikle duygusal ve fiziksel temaslar tahmin edilenden çok çocuğun duygusal kayıtlarına geçer. Çocuklarımızla fiziksel temasta bulunmak, okşamak, sarılmak, öpüşmek her zaman bizim doğal halimiz olmalııdır. Bunun için bir sebep aranmamalıdır. Beden dilimizin sevgiyive güveni ifade ediş şekli kullandığımız sözlü iletişimimizle de uyum içinde olmalıdır.

Anne-Babaların bilmeleri gereken şey, ağızlarını her açtıklarında farkında olarak veya olmayarak çocuklarına bir şey öğretiyor olduklarıdır. Çocuğun yanında birbirleriyle veye başka birileriyle, yüzyüze ya da telefonla konuşurken, dünyada olup bitenlerle ilgili yorumlar yaparken çocuk tüm sinyalleri almaktadır. Yani sürekli çocuk iletişimin içindedir.Ailenin kullandığı konuşma şekli ve inanç sistemleri çocuğun beyninde bilinç altında depolanır. En çok tekrarlananlar çocuklar tarafından bilinçsizce seçilir ve kullanılır.

Sadece ilgilenmiş gözükmek için sorulan sorular, söylenen sözler duygu yüklü olmadıkları için bir anlam ifade etmez ve bu da çocuklar tarafından gayet iyi bir şekilde algılanır. Bunu ifade edemese bile hissi yaşar ve tanır. Bu arada ebeveyn iletişim kurduğunu düşünerek kendini kandırır.İleriki dönemlerle bunun la bir sorun olarak yüzleşir çünkü çocuk aile ile iletişim kurmaktan kaçarak tepki verir.

Çocuklarımızla göz seviyesinde kontak kurarak, dokunarak, duygu yüklü kelimeler kullanarak konuşmak bizim doğal iletişim halimiz olmalı ki sağlıklı ilişkiler kurabilelim. Tabii ki iletişim tek taraflı olmaz. Çocuğumuzu dinlemeyi de bilmeliyiz. Çoğu ebeveyn istediği cevapları almaya odaklanarak çocuklarının ne hissettiklerini ne anlatmaya çalıştıklarını farketmezler. Onları dinlerken içinde bulundukları duygusal durumu anlayarak, empati kurarak dinlemek için çaba harcamalıyız. 

Dinlenmediğini, anlaşılmadığını düşünen çocuklar iletişim kurmak yerine kaçmayı tercih eder. Çoğu zaman aile bu durumu çocuk kötü bir alışkanlık kazandığında ya da depresyona girdiğinde anlar. 

Çocukların iletişim kurmaktaki niyeti akıl almak ya da nasihat almak değildir. Anlaşılmak, desteklenmek ve her durumda sevildiğini bilmektir. Anlamanın ve sevginin en iyi ifade ediliş şeklide çocuğun duygusal durumu göz önüne alınarak onu yüzde yüz dinlemektir.

Unutmamalıyız ki diğer tararaftanda çocuklarımız bizim öğretmenlerimizdir. Aslında çocuklarımızla iyi iletişim kurmaya çalışıken kendimizi değiştiriyor, geliştiriyoruz. Bizi geliştirdikleri için onlara teşekkür etmeliyiz. Teşekkürler minik öğretmenler…

Sevgiyle kalın…

Arzu Bıyıklıoğlu
Yaşam Koçu ve NLP Uzmanı

15 Kasım 2011 Salı

FORMA GİRMEYİ KAFANIZA KOYDUNUZ MU ?


Bedeninizi yasakladığınız yemeklerle, zoraki yaptığınız spor programlarıyla, kullandığınız hapla, otla ya da diğer dış müdehale yöntemleriyle zayıflatmaya çalışırken bu arada içinizde neler olup bitiyor hiç merak ettiniz mi?

Her türlü zayıflama yöntemini denerken kafanızın içinde neler var acaba, bunu hiç düşündünüz mü? Hani bazen deriz ya ”Arkadaş ben bunu kafaya koydum, yapacağım” ve de onu gerçektende yaparız. Muhakkak herkezin hayatında böyle en azından bir kaç sözü olmuştur, yapmıştırda. Çünkü kafaya koymak, istenen şeyi zihinde olmuş-bitmiş şekilde görmektir. Sonuçlara zihinde net bir şekilde ulaşıp, o hazzı, zevki yaşamaktır. Şüphe, korku, soru işaretleri yoktur. Herşey net bir şekilde tamamlanmıştır. Keyif damarlarda akmaktadır.
 
Şimdi tekrar soruyorum ”siz zayıflamak için yöntemler denerken gerçekten forma girmeyi kafanıza koydunuz mu? ” Her an aklınızda ince, sağlıklı ve neşe dolu olduğunuzu görüp heyecanla kendinizi o incelmiş bedene girmiş hayal edebiliyor musunuz? Yoksa her gün tartının ibresinin aşağı kayıp kaymadığına korkuyla bakıp spor yapmanın ne kadar yorucu olduğunu, daha verilecek çok kilonuzun olduğunu, su içseniz bile kilo aldığınızı, şişmanlığın ailede genetik olduğunu mu düşünüyorsunuz?

Kafanız gerçekten nelerle dolu, korku, endişe ve istenmeyen kilolarla mı yoksa sağlıklı ve formda olma arzusuyla mı? Tabii ki ince ve sağlıklı olmak istiyorsunuz ama buna gerçekten inanıyor musunuz? Bu sonuca ulaşmanın heyecanını şimdiden tüm hücreleriniz de hissedebiliyor musunuz?

Kilo vermeyi istemekle forma girmeyi kafaya koymak arasında çok büyük fark vardır. Kilo vermeyi istemek, kiloya odaklanmaktır. İstemediğiniz bir şeye odaklanarak istediğiniz şeyi elde edemezsiniz. Bilinçaltına kiloyu istermiş gibi mesaj yollarsınız. Etrafınıza kilo titreşimi, kilo korkusu yayarak daha çok kiloyu hayatınıza çekersiniz. Siz zihninizde sürekli kiloyu çağrıştırırken bedeninizden farklı bir tepki vermesini beklemeniz yanlış olur. Kendinizi boşu boşuna başarısız yapar, demotive olursunuz.

Kilo problemi olan kişiler, bir zamanlar bir şekilde farkında olmadan zihinlerine kilolu olmayı koymuşlardır. Kendisinden veya yakın çevresinden gelen yanlış komutlarla bilinçaltı kilolu olması 
gerektiğine inanmıştır. İşte bu yüzden onca zahmete rağmen bir türlü bu kilolar gitmez. Gitse de fazlasıyla geri gelir. Dışarıdan ne kadar zayıflama programı uygularsanız uygulayın sonuç hep aynıdır. İçinizdeki program değişmedikçe (formda olmayı kafaya koymadıkça) hep aynı noktaya geri dönersiniz. Bir zaman sonra da forma girmeye karşı inancınızı kaybedip durumu iyice içinden çıkılmaz bir hale sokarsınız. Bugün pasta yememeniz gerektiğini düşünürken bile kilolu olma programınızı daha da alevlendirirsiniz. Çünkü gerçek anlamda pasta yememeyi düşünemezsiniz. Zihin bunu pasta yemek olarak algılar ve canınız daha fazla pasta yemek ister, kafanızda pasta zilleri çalar. Birden bire kendinizi pasta yerken bulursunuz.

Tabiki kilo vermenin en doğru yöntemi sağlıklı beslenme ve kişinin kendisine en uygun sporu yapmasıdır. Çünkü bunlar zaten insanın doğal ihtiyaçlarıdır. Beden sağlıklı beslenmeyi ve hareket halinde olmayı sever. Sporla vücut daha iyi nefes alır, temizlenir, esneklik kazanarak genç kalır. Ancak siz zayıf ve sağlıklı olmayı henüz kafaya koymadıysanız (zihninizi programlamadıysanız) hiçbir zayıflama programı size istediğiniz kalıcı sonucu vermeyecektir.

Her değişimde olduğu gibi bedensel değişiminiz de içten dışa doğru olmalıdır. Kafanızın içindekileri değiştirdiğinizde bedeninizdeki değişikliğede ulaşmak mümkün olacaktır. Evet şimdi tekrar soruyorum ”Siz forma girmeyi kafaya koydunuz mu? ”

Sevgiyle kalın…

Arzu Bıyıklıoğlu
NLP Uzmanı ve Yaşam Koçu